SİT ALANLARINDA UYGULAMA ÖNCELİĞİ VE KARMA SİTLER

                                                                                              Nusret İlker ÇOLAK*                    

                       

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması, milli kültürün korunması anlamına gelir. Ülkelerin ortaya koydukları medeniyetin şahitleri kültür değerleridir. Bir coğrafyanın değerini ortaya koyan, o bölgede üretilen kültür değerleriyle birlikte, var olan tabii değerlerdir. Bir kültürün gelişim sürecinin analiz edilebilmesi ve değerinin kavranılması ancak kültür ve tabiat varlıklarının tam olarak anlaşılmasıyla mümkündür. Sahip olduğu kültür ve tabiat değerlerini koruma bilincinden uzak olan toplumların kendi milli değerlerini ve öz benliklerini koruması da mümkün olmayacaktır. Sahip olunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması, milli benliğin korunması bakımından birincil önemdedir. Ülkelerin, milli güvenlik, milli savunma, milli eğitim ve benzeri faaliyetlerinde başarılı olabilmesi, bir ölçüde milli kültür değerlerinin korunması ve doğru kullanılmasıyla mümkün olacaktır. Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını bir gereklilik olarak gören ülkeler, koruma konusunu milli hukuk sistemi içerisinde düzenleme gereğini duyarlar. Kültür ve tabiat varlıklarının korunması gerekliliği, devletin temel görevleri arasında yer alan/alması gereken bir ihtiyaçtır[1].

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda getirilen düzenlemeler, bu değerlerin korunmasını sağlamanın yanında, var olan kültür ve tabiat değerlerinden yararlanmayı da hedeflemek durumundadır. Sahip olduğu milli kültür değerlerini, milli eğitimde, ekonominin gelişmesinde, turizmde, toplumun milli güvenlik ihtiyacının bireylere öğretilmesinde, milli savunma ihtiyacının anlaşılmasında doğru kullanamayan toplumların, varlıklarını devam ettirme konusunda sorunlar yaşaması kaçınılmazdır[2].

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması, milli kültürün gereği olduğu gibi evrensel kültür değerlerinin korunması bakımından da önemlidir. Ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik değişim ve gelişime paralel olarak, hızlı bir ilerleme gösteren küreselleşme süreci, evrensel değerlerin korunması duyarlılığını artırmıştır. Toplumlar arası iletişimin gelmiş olduğu seviye, siyasi sınırları anlamsızlaştırmış, insanlığın ortak değerlerinin ön plana çıkması sonucunu doğurmuştur.

İnsanlığın ortak değerleri arasında, evrensel kültür mirasının ayrı bir yeri vardır. İnsanlığın ortak mirası sayılan değerler, bu gün gelinen noktanın temel belgeleri ve sürecin kanıtları olarak ortada durmaktadır. İnsanlığın gelişim sürecinde yaşananları tespit etme ve değerlendirme açısından evrensel kültür değerlerinin korunması vazgeçilmez bir gerekliliktir. Bu gereklilik doğrultusunda, uluslar arası toplum, evrensel kültür değerlerinin korunması konusunda bir irade oluşturmak ve koruma çalışmalarını hukuki bir zemine kavuşturmak amacıyla, çeşitli andlaşmalar gerçekleştirmişler ve bu doğrultuda koruma çalışmalarına destek sağlanması ve sürecin denetlenmesi konusunda örgütlenme yoluna gitmişlerdir.

Milli ya da evrensel olmasına bakılmaksızın, kültür ve tabiat varlıklarının korunması gerektiği tartışmasızdır. Kültür ve tabiat varlıklarının milli ve evrensel olarak ayrıma tabi tutulması oldukça zordur. Her milli kültür değeri aynı zamanda evrensel kültüre katkı sağlayan bir değerdir. Diğer yandan, evrensel kültür değeri olarak insanlığın ortak mirası kabul edilen değerler, aynı zamanda içinde bulundukları milli kültürün temel bileşeni olarak karşımıza çıkar. Kültür ve tabiat varlıklarının korunması çalışmasında ülkeler, milli kültür ya da evrensel kültür varlığı ayrımı yapmaksızın çalışmalarını sürdürmek durumundadır.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması çalışmalarında, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik bireysel koruma tedbirlerinin yanında, bir arada bulunan ve bir bütün oluşturan, bir arada bulunmakla tek tek taşıdıkları değerden fazla bir değer ifade eden varlıklara yönelik olarak alansal koruma tedbirlerinin alınması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Kültür ve tabiat varlıklarının bütüncül ve alan ölçeğinde korunması uygulamaları sit alanı ilan edilmesi suretiyle kullanılır. Sit alanı ilan kararında, korunmak istenen değerlere ve önceliklerine bağlı olarak farklı sit türü belirlenir. Bütüncül koruma tedbirleri belirlenirken, hangi kültür ya da tabiat varlığının daha öncelikli korunması gerektiği bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Bir başka ifadeyle, sit alanı ilan edilmeye gerekçe gösterilen kültür ya da tabiat değerlerinin bir arada bulunması durumunda nasıl hareket edilmelidir? Sit alanı ilan gerekçeleri arasında bir öncelik sırası var mıdır? Korunacak değerlerin bir arada korunması ne kadar mümkündür? Bu sorulara verilecek cevaplar, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda gerçekleştirilecek çalışmaların gerçek başarısını ortaya koyacaktır.

I-SİT KAVRAMI VE SİT ALANLARI

Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak alınacak tedbirler, taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının korunmasında farklılıklar arz eder. Taşınır kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında müzelere alınma veya koleksiyonculuk ön plana çıkar. Taşınır kültür ve tabiat varlıklarının korunması kayıt ve muhafaza altına alınma şeklinde özetlenebilir. Buna karşılık taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının nitelikleri gereği genel olarak bulundukları yerde korunmaları zorunludur. Bulundukları yerlerde korunacak kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında bütüncül yaklaşım söz konusu olduğunda, belli bir alan içerisinde var olan birden çok kültür ve tabiat varlığının birlikte korunması, yürütülen koruma faaliyetinin başarısı açısından bir gereklilik olarak ortaya çıkabilir.

A-Genel Olarak Sit Kavramı ve İlan Gerekçesi

Sit alanı ilanı, birden çok kültür ve tabiat varlığının bir arada korunması gerekliğinden doğan bir koruma tedbiridir.

1.Sit Alanı İlanı Gerekçeleri

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması, ülkenin tarihinin ve estetiğinin korunması demektir[3]. Kültür ve tabiat varlıkları tek tek ya da bütüncül olarak korunması milli tarih ve insanlık tarihi bakımından önemlidir. Kültür ya da tabiat varlıklarının bir arada bulunmalarıyla oluşturdukları bir dokunun korunması, tek tek korunmalarından daha çok fayda sağlayacaksa böyle bir durumda sit alanı ilan edilmesi yoluna gidilerek bütüncül koruma tercih edilir.

Bireysel olarak tescil edilmiş bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında başarılı olunabilmesi için bu değerlere bir koruma alanı belirlenmesi gerekir, kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilen bir taşınmazın koruma alanı, tescil edilen bir başka taşınmazın koruma alanıyla bütünleşmek suretiyle, en az bir ada ölçeğinde, kültür ve tabiat varlığı tescili bulunan parsel ve onların koruma alanıyla birlikte bir bütünlük oluşturuyorsa, böyle bir durumda bu alanın sit alanı olarak koruma altına alınması bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Tescilli kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanlarının bütünleşmesi ortaya fiili bir sit alanı çıkması sonucunu doğurur.

Sit alanı ilan edilmesinin gerekçesi, belli bir alanda bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve birlikte değerlendirilmesi zorunlu taşınır kültür ve tabiat varlıklarının bütünlük içerisinde korunmasını sağlamak olmalıdır. Kültür ve tabiat varlıklarını koruma gereklerinin bulunmadığı durumlarda sit alanı ilan edilmesi, mülkiyet hakkının hukuka aykırı olarak kısıtlanması sonucunu doğuracaktır[4].

2.Sit Kavramı

Taşınmaz kültür varlıklarının korunmasında çevresiyle olan ilişkinin dikkate alınması ve korunmanın zorunlu kıldığı ölçüde eserin çevresinin de korumaya tabi tutulması gerekir[5]. Sit kavramı, kültür ya da tabiat varlıklarının bireysel korunması yerine toplu korunmasının daha doğru olacağı ve değerlerin korunması amacına daha fazla katkı sağlayacak olması nedeniyle doğmuş bir kavramdır. Birden çok kültür ya da tabiat varlığının alan ölçeğinde korunması gerekliliği sit kavramı olarak tanımlanmıştır. Sit alanı kavramı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda; “tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlar” olarak tanımlanmıştır(m.3/a/3). Kanunda yer alan tanımlama, doğal sit alanını tanımlamaktan uzak bir yaklaşımdır.

Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesinde[6] sitler; “tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî evrensel değeri olan insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan alanlar” olarak tanımlanmıştır(m.1).

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan tanımlamayla, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesinde yer alan tanımlar benzemekle birlikte, sözleşmede yer alan tanımlamada, kültür değerlerinin, hatta tabiat değerlerinin insan elinin ve emeğinin ürünü olduğu konusuna temas edilmiştir. Çerçeve düzenleme olarak kabul edilecek bu hukuki metinlerde sit alanlarına ilişkin tanımlama yapılmış olmakla birlikte, sit alanlarında koruma altına alınan değerlerin ayrıştırılması yapılmamıştır. Bir başka ifadeyle, sit alanlarının gruplandırılmasına yönelik düzenlemeler idari düzenleyici metinlere bırakılmıştır.

B-Sit Alanları

Sit alanı olarak ilan edilecek ve alan ölçeğinde bütüncül koruma tedbirine konu olacak kültür ya da tabiat varlıklarının neler olduğu konusunda, Kanun ve Sözleşmede yer alan tanımlamalar yeterince açık değildir. Bahse konu sit alanı tanımları içerisinde birçok farklı değerin korunmasından bahsedilmektedir. Sit alanı tanımı içerisinde yer alan değerlerin farklı niteliklerde olduğu ve korunmalarının farklı tedbirler gerektirdiği açıktır. Bu doğrultuda koruma altına alınacak değerlerin sınıflandırılması ve korunması sürecinde kültür ve tabiat varlıklarının niteliklerini esas alan bir yaklaşımın ortaya konulması gerekir. Sit alanı ilan edilen bölgede bulunan ve korunması gereken kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına imkan veren bir yaklaşım içerisinde, sit sınırlarının belirlenmesi gerekir[7].

Sit alanı ilan edilmek suretiyle alan ölçeğinde bütüncül koruma altına alınan kültür ve tabiat değerleri topluluğunun niteliklerine göre, farklı bir sit sınıflandırılması yapılması, idari düzenlemelerle gerçekleştirilmiştir.

1.Doğal Sit

Doğal sit alanları, özelliği ve güzelliği nedeniyle bir tabiat değerinin korunmasına yönelik olarak belli bir arazi parçasının özel bir statüye alınmasını ifade eder. Sit alanı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespiti ve Tescili Hakkında Yönetmelikte[8]; “ilginç özellik ve güzelliklere sahip olan ve ender bulunan korunması gereken alanları ve tabiat varlıkları” olarak tanımlanmıştır(3-b). Yönetmelikte yer alan bu tanımlama, taşınmaz tabiat varlıklarını sit olarak ifade etmektedir. Taşınmaz tabiat varlıklarının birel nitelikli bir koruma tedbirine konu olması ve alan ölçeğinde bir koruma gerektirmemesi karşısında, alan ölçeğinde korumanın dayanağını oluşturan sit alanı kavramı içerisine alınması yerinde değildir.

Doğal sit alanları daha ayrıntılı olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 728 Sayılı İlke Kararında tanımlanmıştır. İlke kararına göre doğal sit; “jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup, ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer altında, yer üstünde ya da su altında bulunan korunması gerekli alanlardır”. Doğal sit alanlarına ilişkin 728 sayılı İlke Kararında yer alan tanımlama daha yerinde bir tanımlamadır.

Doğal sit tanımlamasında Yönetmelikle İlke Kararı arasında var olan çelişki uygulama bakımından sorun oluşturacak niteliktedir. Yönetmelikte yer alan tabii sit tanımlamasının içerisinde korunması gerekli taşınmaz tabiat varlıklarının da yer alması, bir kayanın, bir taşın, bir ağacın doğal sit olarak tescil edilmesini gerektirir ya da netice verir bir durumdur. Oysa sit alanı denildiğinde belli bir arazi parçası üzerinde, alan ölçeğinde gerçekleştirilecek koruma çalışmaları anlaşılır ve anlaşılmalıdır. Normlar hiyerarşisi bakımından Yönetmelik düzenlemesinin ilke kararından üste olduğu ve öncelikle uygulanması gerektiği açıktır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tespiti ve tescilinde uyulması gereken kuralları belirleyen Yönetmelik esas alınarak doğal sit alanları ilan edilmek durumunda kalınacaktır. Koruma Bölge Kurulları tarafından bilinçli bir ihmalle, ilke kararı esas alınarak doğal sit alanı ilan edilmektedir. Bir Koruma Bölge Kurulu tek bir taşınmaz tabiat varlığını doğal sit olarak ilan edebilecektir. Her ne kadar böyle bir yaklaşım, hem Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa hem de Dünya Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesine aykırı olsa da, Yönetmelikte yer alan bu tanımlamaya göre, yetkili idarenin böyle bir karar alması mümkündür.

2.Arkeolojik Sit

Arkeolojik sit alanı Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespiti ve Tescili Hakkında Yönetmelikte arkeolojik sit alanı, “antik bir yerleşmenin veya eski bir medeniyetin kalıntılarının bulunduğu yer veya su altında varlığı bilinen ya da açığa çıkarılan korunması gereken alanlar” olarak tanımlanmıştır(m.3-b).

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu arkeolojik sit alanlarının korunması ilkelerini ve kullanma ilkelerini belirlediği 658 Sayılı İlke Kararında arkeolojik sit alanını; “insanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlar” olarak tanımlamıştır. Arkeolojik sit alanları, korunması gereken arkeolojik kalıntıdan daha geniş bir alanı kapsayacak şekilde belirlenir[9]. Bu yönde bir yaklaşım belirlenmesinin nedeni, arkeolojik kalıntıların toprak ya da su altında bulunmaları nedeniyle yerlerinin tam olarak belirlenmesinin mümkün olmamasıdır.

Tanımlamalara bakıldığında ilke kararında yer alan yaklaşımın arkeolojik sit alanlarını tanımlamada daha başarılı olduğu açıktır. İnsanlığın gelişim sürecinde ortaya konulan değerlerin, sosyal, ekonomik ve kültürel özellikleri ortaya koyan her türlü kültür varlığının bulunduğu eski yerleşim yerleri ve alanlar arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alınacaktır. Arkeolojik sit alanlarında sit alanı ilan kararının açıklayıcı bir rolü olduğu, tespit ve tescil kararı olmasa da korunması gereken alanlar olduğunu savunanlar yazarlar da vardır[10].

3.Kentsel Sit

Kentsel sit alanı, Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespiti ve Tescili Hakkında Yönetmelikte; “mimari, mahalli, tarihsel, estetik ve sanat özelliği bulunan ve bir arada bulunmaları sebebiyle teker teker taşıdıkları kıymetten daha fazla kıymeti olan, kültürel ve tabii çevre elemanlarının (yapılar, bahçeler, bitki örtüleri, yerleşim dokuları, duvarlar) birlikte bulundukları alanlar” olarak tanımlanmıştır(m.3-b).

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 720 Sayılı İlke Kararında ise kentsel sit alanı; “mimari, mahalli, tarihsel, estetik ve sanat özelliği bulunan ve bir arada bulunmaları sebebiyle teker teker taşıdıkları kıymetten daha fazla kıymeti olan kültürel ve tabii çevre elemanlarının (yapılar, bahçeler, bitki örtüleri, yerleşim dokuları, duvarlar) birlikte bulundukları alanlar” olarak tanımlanmıştır. İlke kararında yer alan tanımlama Yönetmelikte yer alan tanımlamayı esas alan bir tanımlamadır. Kentsel sit alanları, esas olarak taşınmaz kültür varlıklarının bir arada korunmasını sağlayan bir statü olmakla birlikte, taşınmaz kültür varlıklarıyla bütün oluşturan tabii çevre elamanları da sit alanının bir parçası olarak ya da bütünleyeni olarak koruma altına alınacaktır.

4.Tarihi Sit

Tarihi sit kavramı, Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespiti ve Tescili Hakkında Yönetmelikte, “önemli tarihi olayların cereyan ettiği ve bu nedenle de korunması gereken yerler” olarak tanımlanmıştır(m.3-b). Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 421 Sayılı İlke Kararında tarihi sit alanları, bu alanların korunmasına yönelik tedbirler ve bu alanların kullanılmasına ilişkin koşullar düzenlenmiştir. İlke kararında tarihi sit; “milli tarihimiz ve askeri harp tarihi açısından önemli tarihi olayların cereyan ettiği ve doğal yapısıyla birlikte korunması gereken alan” olarak tanımlanmıştır. Tarihi sit alanı, Yönetmelikte önemli tarihi olaylar olarak vasıflandırılmışken, ilke kararında milli tarihimiz ve harp tarihini ilgilendiren olaylar olarak kapsam daraltılmıştır. Tarihi sit alanı kavramı, tarihi değeri olan, milli benliğe katkıda bulunmuş ve toplumun hafızasında yer etmiş olayların yaşanmış olduğu alanlar olarak tanımlanmalıdır.

Tarihi sit alanları, belli bir arazi parçasının tarihi olaylara şahitlik etmesi nedeniyle koruma altına alınmasını ifade eder. Yaşanan tarihi olayların toplum hafızasındaki yeri ve önemi nedeniyle olayların yaşanmış olduğu alanın anı değerini yaşatacak şekilde koruma altına alınması yerinde bir yaklaşımdır. İnsan topluluklarının millet olma şuuruna ulaşmasında yaşanan tarihi olayların önemi büyüktür. Olayların ortaya çıkarmış olduğu sonuçlar kadar, yaşanan tarihi hadisenin oluşum süreci de toplum açısından değerlendirilmeye muhtaçtır. Toplum bakımından özel bir önemi olan olayların yaşanmış olduğu alanlar, anı değeri ve maddi varlığıyla koruma altına alınmaktadır.

5.Karma Sitler

Sit alanları sınıflandırılmasında esas alınan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tamamen bir birlerinden ayrı olmaları mümkün olmaz. Kimi zaman taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tasnif edildiği gibi homojen bir şekilde, belli alanlarda yoğunlaşması mümkün olabilir. Buna karşılık çoğunlukla sit alanları tasnif ve tanımlamasında koruma altına alınan taşınmaz kültür ve tabiat değerleri bir arada ve karışık olarak yer alır. Farklı niteliklerde kültür varlıklarıyla tabiat varlıklarının bir arada bulunduğu alanlar karma nitelikli sit alanlarıdır. Mevzuatta sadece kentsel ve arkeolojik kültür varlıklarının bir arada bulunmasını düzenlemeyen kentsel ve arkeolojik sit alanı düzenlemesi yer almaktadır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 702 Sayılı İlke Kararında kentsel arkeolojik sit alanı; “2863 sayılı Kanun kapsamına giren arkeolojik sit alanları ile birlikte korunması gerekli kentsel dokuları içeren ve bu özellikleri ile bütünlük arz eden korumaya yönelik özel planlama gerektiren alanlar kentsel arkeolojik sit alanları” olarak tanımlanmıştır.

Farklı nitelikteki kültür varlıklarıyla tabiat varlığının bir arada bulunması durumunda, sit alanı sınıflandırmasına göre tek tür bir sit alanı ilan kararı alındığında koruma sorunu yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Mevzuatta sadece arkeolojik sit alanı ve kentsel sit alanı ilan edilmesini gerektiren korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının bir arada bulunması durumu düzenlenmiştir. Diğer sit alanlarının iç içe geçmesi durumunda nasıl hareket edilmesi gerektiği belirlenmemiştir. Buna ilave olarak kentsel arkeolojik sit alanlarında arkeolojik sit özelliğinin derecesinin belirlenmemiş olması da bir başka eksikliktir. Bir alanda kentsel doku örneği ya da mimari yapılar bulunurken, yer altında varlığı bilinen çok özel kalıntılar olabilir. Böyle bir durumda yer altında bulunan kalıntıların durumuna bakılarak, arkeolojik sit alanlarının I., II. ve III. derece olarak sınıflandırılması gerekliliği dikkate alınmayacak mıdır? Mevcut ilke kararına bakıldığında düzenlemenin yetersiz olduğu görülecektir. Sancakdar, birden çok sit özelliğinin aynı anda bulunması durumunu karmaşık sit olarak tanımlamıştır. Yazara göre de; birden çok sit özelliğinin aynı anda bulunması durumu, kentsel ve arkeolojik sit alanı tanımlamasıyla sınırlı değildir[11].

II-KARMA SİT ALANLARINDA KORUMA ÖNCELİĞİ

Sit alanı ilan kararı, Devlet malı niteliğinde kabul edilen birçok taşınmazın, kamu eksenli korunması gereğini ortaya koyan bir irade açıklamasıdır[12]. Sit alanı ilan edilmek suretiyle alan ölçeğinde koruma çalışmalarının yapılması sürecinde alanın özelliklerine göre farklı nitelikler taşıyan kültür ve tabiat değerlerinin bir arada bulunması, koruma çalışmalarını güçleştirecektir. Sit alanları, geçmişte yaşanan olaylar, bölgede geçmiş yerleşimler, mevcut yapılaşma ve tarihten bugüne yaşama alanı olarak kullanılma veya doğal özellikleri nedeniyle çok farklı değer taşıyabilir. Farklı nitelikteki değerlerin bir arada bulunması durumunda, özellikle farklı kültürel ya da tabii değerlerin aynı anda korunması mümkün olmuyorsa ya da çalışmaların bir sıraya konulması gerekiyorsa, uygulama önceliği bir sorun olarak karşımıza çıkar. Aynı alanda bulunan birden çok ve farklı nitelikte kültür ya da tabiat varlıklarının korunması çalışmalarında uyulması gereken ilkelerin neler olduğunun belirlenmesi gerekir.

Genel olarak sit alanlarında ve özel olarak karma sit alanlarında yapılacak uygulamaların, ilgili Koruma Bölge Kurulu tarafından alınacak kararlar doğrultusunda yürütülmesi ön koşuldur ve zorunluluktur. Yapılacak uygulamalarla ilgili olarak alınacak Kurul kararı doğrultusunda uygulama yapılması gerekir[13]. Karma sit alanlarında uygulama önceliği konusunda yapılan yorumlar, Koruma Bölge Kurullarının karar almaları sürecinde dikkate alınması gereken noktaların belirlenmesine yöneliktir. Yoksa, hiç kimsenin doğrudan, sit alanlarında uygulamalarda bulunması, kendilerince koruma tedbirlerine başvurmaları gibi bir durum söz konusu olmaz.

A-Aynı Anda Korunma Esası

Sit alanlarında bulunan farklı niteliklerdeki kültür ya da tabiat varlıklarının korunması çalışmalarında asıl olan bütün değerlerin birlikte korunmasıdır. Alanda yer alan kültür ve tabiat varlıklarının bir arada korunması, koruma çalışmaları sırasında bir eserin diğer eserin korunması için zarar görmesinin önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması gerekir. Sit alanlarında koruma çalışmaları gerçekleştirilirken, korunmaya değer bulunan eserlerin bir arada korunması ve bu eserlerin bir arada bulunmalarıyla oluşturdukları değerin ön plana çıkarılması gerekir.

Sit alanı ilan edilirken, alanda bulunan ve koruma bölgesi belirlemeye gerekçe oluşturan tarihi, kültürel ve tabii değerlerin tam olarak tespit edilmesi ve durumu yansıtan bir sit alanı ilan kararının alınması gerekir. Koruma altına alınan arazinin özelliklerinin doğru bir şekilde tespit edilememesi, koruma çalışmalarını da güçleştirecektir. Sit alanlarında bulunan kültür ve tabiat varlıklarının oluşturdukları ortak değere göre korunması, sit alanı ilan kararına dayanak oluşturacak araştırma ve tespitlerin sağlıklı yapılmasına bağlıdır.

B-Korunması Mümkün Olan Varlıkların Açığa Çıkarılması

Sit alanlarında koruma uygulamalarının başarılı olmasına katkı sağlayacak ilkelerden biri de, taşıma, yer değiştirme, açığa çıkararak koruma altına almak suretiyle korunması mümkün olmayacak varlıkların bulundukları yerde ve konumda bırakılarak zarar görmesinin önlenmesidir. Su altında ya da toprak altında bulunan kültür varlıklarının bulundukları konumda doğal olarak bir koruma altında oldukları, bugüne gelinceye kadar bu koşullar altında belli oranda korundukları açıktır. Bulundukları konumda doğal şartlara uyum sağlayarak günümüze kadar gelmiş olan kültür ya da tabiat varlıklarının bu ortamlarından çıkarılmaları durumunda zarar görmeleri kaçınılmazdır. Bulundukları konumdan alınarak açığa çıkarılan varlıkların ortam değişikliği nedeniyle zarar görmesinin önlenmesini sağlayacak tedbirlerin alınması gerekir.

Sit alanlarında kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak gerçekleştirilecek uygulamalarda, yer altında ya da su altında bulunan varlıkların açığa çıkarılması durumunda alınması gereken koruma tedbirlerinin ne olduğu belirlenmeli ve belirlenen tedbirlerin alınabilir olduğu görüldüğü takdirde açığa çıkarılması benimsenmelidir. Gerekli koruma tedbirlerinin alınması mümkün olmayan bir kültür ya da tabiat varlığının bulunduğu ortamdan çıkarılması, çalışmaya konu varlıkların tahrip edilmesi anlamına gelecektir. Koruma çalışmalarında sit alanlarında bulunan varlıkların koruma önceliği belirlenirken, bulundukları konumda korunması gereken varlıklara dokunulmaması da bir tercih olarak ortaya konulmalıdır.

C-Bir Eseri Korurken Diğerlerine Zarar Verilmesinin Önlenmesi

Sit alanlarında bulunan varlıkların korunmasında, bir eserin koruma gerekliliği gerekçe gösterilerek, diğer eser ya da eserlerin zarar görmesine neden olacak yaklaşımlar tercih edilmemelidir. Koruma altına alınan kültür ve tabiat varlıklarının bir arada bulunmasından doğan bütünlük ve düzenin korunmasını sağlamak sit alanı ilan kararının temel amacıdır. Bir arada oluşturdukları özellik ve güzellikleri dikkate alınarak, sit alanında bulunan kültür ve tabiat varlıklarının birlikte korunması gerekir.

Bir kültür ya da tabiat varlığını koruyabilmek için alınacak tedbirlerin diğer varlıklara zarar vermesinin önlenmesi gerekir. Koruma uygulamalarının diğer varlıklara zarar vermesinin önlenmesi gerekliliği, özellikle gerçekleştirilecek iyileştirmeler sırasında dikkatsiz davranılması nedeniyle ortaya çıkacak sonuçlarla ilgilidir. Yapılacak koruma ve iyileştirme çalışmaları sırasında, uygulamalara konu kültür veya tabiat varlığına odaklanmış çalışmaların diğer varlıklara zarar vermesi riskinin ortadan kaldırılması gerekir. Sit alanı ilan edilmesi yönünde bir uygulamanın varlık nedeni de bir arada bulunan ve bütünlük arz eden değerlerin korunmasında zararın en aza indirilmesi ve koruma çalışmalarının bütünlük içerisinde başarısının artırılmasıdır.

Aynı alanda bulunan kültür ve tabiat varlıklarının bir arada korunması çalışmaları sırasında, çok özel bir varlığın korunmasının sağlanabilmesi ancak bir başka varlığın zarar görmesiyle mümkün olacaksa konunun yeniden değerlendirilmesi gerekir. Yapılan değerlendirmede, uygulamaya konu varlığın korunmasının başka yolu yoksa ve korunması amaçlanan varlıkla, diğer varlıklar arasında bir koruma önceliği yapılması gerekiyorsa yeni bir uygulama ilkesine gereksinim duyulacaktır.

D-Milli Kültür ve Tarihe Ait Eserlerin Öncelikle Korunması

Sit alanı ilan edilen alanda bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında, uygulamayı yapacak ülkenin kendi milli kültürünün parçası olan ya da milli tarihine ait eserleri öncelikle korumaya hakkı olduğu tartışmasızdır. Sit alanı ilan edilen koruma alanı üzerinde egemenlik kullanan ve uygulamanın maliyetini üstlenen ülkenin koruma önceliğini belirlerken kendi kültürünü ilgilendiren varlıklara öncelik vermesi kabul edilebilir bir durumdur.

Milli kültür ve tarihe ait eserlerin öncelikle korunması yaklaşımı ya da ilkesi doğru anlaşılmalıdır. Kendi kültürünün varlıklarını öncelikle koruma, diğer varlıkları korumama anlamına gelmemektedir. Kendi kültürüne ait eserleri öncelikle koruma, koruma çalışmalarına başlanırken, eşit durumda bulunan varlıklar arasında, uygulamayı yapan ülkenin kendi kültürüne ait eserden başlayabilme ayrıcalığı ya da takdir hakkını bu yönde kullanabilme imkânı demektir. Koruma kararı alan ve uygulamayı gerçekleştiren ülkelerin, kendi tarihlerinin yorumlanmasında önemli bir işleve sahip olan tarihi eserleri korumak suretiyle, toplumsal geçmişse ışık tutmak istemesi makul kabul edilmelidir[14].

Sit alanlarında yapılacak uygulamalarda, korunma ihtiyacı bakımından eşit olan eserler arasında ülkelere böyle bir tercih hakkı verilmelidir. Uygulama sırasında acil müdahale edilmesi gereken bir kültür ya da tabiat varlığına yapılacak müdahalede milli kültüre ait olup olmadığına bakılmamalıdır. Ancak, acil müdahale edilmesi gereken kültür ve tabiat varlıkları arasında milli kültür ve tarihe ait bir eser bulunması durumunda uygulama önceliğinin bu esere verilmesi mümkündür. Milli kültür ve tarihe ait eserlerin öncelikle korunması durumu, varlıkların benzer hukuki statüde, koruma ihtiyacı içerisinde ve değerde olması durumunda geçerli olacaktır.

E-Korunacak Eserlerin Öneminin Dikkate Alınması 

Yukarıda açıklandığı üzere, sit alanlarında bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bütünlük içerisinde korunması ve yapılacak uygulamalarda diğer varlıklara zarar verilmemesi temel esaslar olarak kabul edilmelidir. Bununla birlikte, yapılacak koruma çalışmalarında bir kültür ya da tabiat varlığının korunmasına yönelik alınacak tedbirler, diğer varlık ya da varlıklara zarar verecekse, zarar görme ihtimali olan varlıkların göreceği zararların önlenmesi durumunda koruma gerçekleşemeyecekse, kültür ve tabiat varlıklarının taşıdıkları değer ve önemin dikkate alınması gerekir.

Sit alanları içerisinde koruma altına alınmış bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması sürecinde, varlıkların milli kültür ve insanlık bakımından taşıdığı değerler dikkate alınmalıdır. İnsanlığın ortak kültür mirasının nadir bir örneği ya da bir milletin milli varlığının oluşumunda temel teşkil eden bir kültür veya tabiat varlığının öncelikle korunmaya alınması doğru bir yaklaşım olacaktır.

Dünya Kültür Miras alanı ilan edilen bir sit alanında, kültür miras alanı ilan edilmeye gerekçe oluşturan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bu durumlarının koruma çalışmalarında dikkate alınması gerektiği tartışmasızdır. Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesine taraf olan bir ülkenin, Dünya kültürel miras alanlarında bulunan insanlığın ortak mirası sayılan eserlerin korunması konusunda duyarsız davranması mümkün olmamalıdır. Sit alanı sınırları içerisinde bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması uygulamalarında, milli kültür ve insanlığın ortak geçmişi bakımından ender olan, benzeri bulunmayan, tarihte çok özel bir yeri olan, insanlık tarihi bakımından bir dönüm noktası oluşturan olaylarla ilgili bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında bu eserlerin özel önemlerinin dikkate alınmaması mümkün değildir. Bu eserlerin ortadan kalkmaları durumunda bir başka örneklerinin bulunmadığı, tek oldukları koruma çalışmalarında dikkate alınmalıdır.

III-KARMA SİTLERİN YENİDEN TANIMLANMASI GEREĞİ

Sit alanlarında bulunan farklı niteliklere sahip taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında başarı sağlanabilmesi, alanın özelliklerinin tam olarak araştırılmasına ve doğru tespit edilebilmesine bağlıdır. Sit alanı ilan edilmek suretiyle koruma altına alınması gereken bir alan söz konusu olduğunda, bu alanın özelliklerinin ve alanda bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının neler olduğunun ortaya konulması gerekir. Sit alanı ilan edilecek bölgede, yapılan çalışmalar sonucunda ortaya konulan verilere göre ilan edilecek sit alanı türünün belirlenmesi gerekir.

Sit alanlarının niteliklerinin doğru belirlenmiş olması, koruma altına alınan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında başarı sağlanmasının temel koşuludur. Arkeolojik değerlerin yoğun olarak bulunduğu bir alanın kentsel sit alanı ilan edilmesi ya da tarihi olaylara tanıklık etmiş bir alanın doğal sit alanı olarak tanımlanması gibi bir durum söz konusu olduğunda, korunacak taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının zarar görmesi kaçınılmaz olacaktır. Sit alanlarında bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında başarı sağlanabilmesi, öncelikle alanda bulunan varlıkların niteliklerini doğru yansıtan bir sit tanımlamasının yapılmasıyla mümkün olacaktır.

Sit alanlarının tanımlanmasında, tespit edilen taşınmaz kültür veya tabiat varlıklarının niteliklerinde homojen bir durum söz konusuysa ve yalın bir sit tanımlaması yapılmasına imkân veriyorsa, tespitler doğru yapılmış olmak kaydıyla, uygulamada fazla sorun yaşanmayacaktır. Buna karşılık, sit alanı ilan edilen alanda, farklı sit türünün bir arada bulunması durumu söz konusuysa, bu durumu doğru tanımlayan ve bu doğrultuda müdahale, koruma ve kullanma ilkeleri belirleyen bir yaklaşımın ortaya konulması gerekir. Ortaya konulacak yaklaşımda, alanda bulunan her türlü taşınmaz kültür ve tabiat değerinin korunması esas alınmalıdır. Farklı tür ve niteliklerde taşınmaz kültür ve tabiat varlığı barındıran sit alanlarının statüsü belirlenirken karma sit statüsünün ortaya konulması bir zorunluluktur.

Sit alanı ilan edilmek suretiyle koruma altına alınması gereken farklı tür ve niteliklerdeki taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak, mevzuatta yer alan tek sit kentsel arkeolojik sit alanıdır. Oysa sit alanı ilan edilen yerlere bakıldığında, çok farklı sit statüsünün üst üste geçtiğini görürüz. Tarihi arkeolojik sit, kentsel doğal sit, tarihi doğal sit, kentsel arkeolojik doğal sit, kentsel arkeolojik doğal tarihi sit gibi birçok özelliğin aynı alanda yoğunlaşmış olduğu durumlara Türkiye ölçeğinde sıkça rastlanmaktadır[15]. Daha doğrusu, sınırlı birkaç arkeolojik ve doğal sit alanı dışında kalan sit alanları, iki ve daha fazla farklı sit statüsünü barındıran karma alanlardır.

Birden çok sit statüsünü barındıran bu alanların karma sit statüsünün belirlenmesi ve alınacak tedbirlerle koruma ve kullanma önceliklerinin belirlenmesi gerekir.  Karma sit alanları belirlenirken, alanın özelliklerine göre, derecelendirme yapılan doğal ve arkeolojik sit özelliğinin de vurgulanması gerekir. Bir başka ifadeyle, I. derece arkeolojik sit alanı olan bir bölgenin statüsü kentsel sit özelliği bulunması nedeniyle kentsel arkeolojik sit alanına dönüştürülmesi sırasında, şayet I. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmeyi gerektiren durumda bir değişiklik yaşanmamışsa, karma sit statüsünün I. derece arkeolojik kentsel sit olarak tanımlanması yerinde olacaktır.

Karma sit alanlarının statülerinin ilke kararlarında tanımlanması ve bu tanımlamalar doğrultusunda koruma ve kullanma uygulamalarının gerçekleştirilmesi gerekir. İstanbul Boğaziçi örneğinde olduğu gibi, eşi bulunmaz bir doğal güzellik olması nedeniyle doğal sit alanı olan bölgede, yoğun bir tarihi yerleşim bulunmaktadır. Kanuni düzenleme gereği, kültür varlığı olarak tescil edilmiş bulunan taşınmazlar ancak sürekli olarak yerleşime konu olabilecektir. Yeni bina yapılmasına izin verilmemektedir. Bir başka ifadeyle yerleşimin temelini tarihi binalar oluşturmaktadır ve burada bir kentsel sit statüsü bulunmaktadır. Mevzuatta doğal kentsel sit alanı statüsü tanımlanmamıştır ve boşluk bulunmaktadır. Karma sit alanları statüsünün yeniden düzenlenmesiyle birlikte, koruma faaliyetlerinde soruna yol açan bu ve benzeri durumların ortadan kaldırılması mümkün olacaktır.

SONUÇ

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması, hem milli çıkarlar açısından hem de insanlığın ortak çıkarları bakımından önemlidir. Taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak koruma altına alınan değerlerin korunması süreci, varlıkların birel olarak korunmasını konu alabileceği gibi, birden çok varlığın bir arada oluşturdukları ve birel değerler toplamından daha fazla ve öncelikli niteliklerin bir arada korunmasını sağlayan alan ölçeğinde bir koruma tercihi de olabilir. Alan ölçeğinde gerçekleştirilen korumalar sit alanı ilan kararına bağlı olarak gerçekleştirilen bir korumadır.

Sit alanı ilan edilmek suretiyle gerçekleştirilecek koruma uygulamalarında farklı nitelik ve türde birçok taşınmaz kültür ya da tabiat varlığı koruma altına alınabilir. Farklı nitelik ve türdeki kültür ve tabiat varlıklarının korunma gereklilikleri de farklılıklar gösterir. Koruma çalışmalarında her taşınmaz kültür ve tabiat varlığının korunma gereksinimi dikkate alınarak, koruma tedbirlerinin belirlenmesi gerekir. Sit alanlarında bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak belirlenen tedbirlerin bir arada uygulanabilmesi her zaman için mümkün olmayabilir. Böyle bir durumda, koruma tedbirlerinin uygulanma önceliğinin belirlenmesi gereği doğar.

Sit alanlarında gerçekleştirilecek koruma çalışmalarında belirlenen tedbirler arasında uygulama önceliğinin belirlenmesi gerekliliği, farklı niteliklerde taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını bir arada barındıran sit alanlarında ortaya çıkar. Diğer bir ifadeyle, aynı türden taşınmaz kültür ya da tabiat varlığını barındıran homojen nitelikli yalın bir sit alanında koruma uygulamalarında sorun yaşanması ihtimali düşüktür. Aynı türden taşınmaz kültür ya da tabiat varlıklarının korunmasına yönelik çalışmalarda, aciliyet durumu dikkate alınarak uygulama gerçekleştirilir. Buna karşılık, karma nitelik taşıyan bir sit alanında hangi taşınmaz kültür ya da tabiat varlığının korunmasının daha öncelikli olduğunun belirlenmesi gerekir. Koruma tedbirleri belirlenip uygulamaya geçildiğinde, arkeolojik taşınmaz kültür varlıkları, tarihi anı değeri bulunan taşınmaz kültür ya da tabiat varlıkları, kentsel kültürel varlıklar ya da doğal taşınmaz varlıklar arasında uygulama önceliğinin bulunup bulunmadığı varsa önceliğin ne olduğunun ve ilkelerinin belirlenmesinde zorunluluk vardır.

Sit alanlarında korunma önceliği sorunu, karma nitelikte taşınmaz kültür ve tabiat varlığı barındıran alanlarda karşımıza çıktığından, karma sit alanlarının statüsünün belirlenmesine ve düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının oluşturduğu iç içelik dikkate alınarak karma sit alanlarının tanımlanması gerekir. Karma sit alanları tanımlamasında koruma altına alınan alanda bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının nitelikleri dikkate alınmalıdır. Karma sit alanlarında bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları dikkate alınarak, koruma ve kullanma tedbirleri belirlenmelidir. Taşınmaz bir kültür ya da tabiat varlığı grubunun diğerlerinden öncelikli olduğunu iddia etmeye ve diğer varlıkları yok saymaya imkân yoktur. Sit alanı ilan edilen bir bölgede bulunan kimi taşınmaz kültür ya da tabiat varlığının dikkate alınmadığı bir koruma yaklaşımı eksiktir.

Karma sit alanlarında koruma ve kullanma ölçütleri belirlenirken, alanda bulunan varlıkların aynı anda korunması, zorunlu olmadıkça bir taşınmaz varlığın diğerinin ya da diğerlerinin korunmasına feda edilmemesi, korunması mümkün olmayacak yer altı ve su altında bulunan taşınmaz varlıkların açığa çıkarılmasının önlenmesi, milli kültür ve tarihe ait varlıkların öncelikle korunmasının ülkeler açısından bir hak olduğu ve aynı anda korunma mümkün olamayacaksa korunacak eserlerin milli kültür ve insanlık bakımından taşıdığı öneme göre bir öncelik sırası oluşturulması tercih edilmelidir. Bu doğrultuda karma sitlere ilişkin yeni ilke kararlarının ivedilikle oluşturulması gerekir.



*Doç. Dr. Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı

[1] 1982 Anayasası 63. maddesinde, kültür, tabiat ve tarihi varlıkların korunmasını devlete bir görev olarak yüklemiştir. Anayasa koyucu, Türkiye’de kültür ve tabiat varlıklarının korunması gerekliliğini anayasal düzeyde düzenlenmesi zorunlu bir ihtiyaç olarak kabul etmiştir.

[2] Kanun koyucu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda korunması gereken varlıkların neler olduğunu tanımlamıştır(m.6). Kültür ve tabiat varlığı olarak belirlenmiş varlıkların korunmasında idare tarafından gereken tespit ve tesciller yapılmasa dahi Kanunda yazılı eserlerin korunması gerekliliktir. KANADOĞLU, Sabih. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku, 3. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2001, s.106, paralel görüş; UMAR, Bilge/ÇİLİNGİROĞLU, Altan. Eski Eserler Hukuku, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1990 s.131

[3] Kültür varlıkları(eski eserler), tarihin bir parçasıdır. Ülkenin tarihinin ve estetik ölçülerinin şekillenmesinde etkilidirler. Bu eserlerin korunması milli tarih bakımından önemli olduğu gibi, insanlık tarihi bakımından da önemlidir. MUMCU, Ahmet. Eski Eserler Hukuku ve Türkiye I, AÜHFD, XXVI/3-4, s.45-78

[4] Mülkiyet hakkı, kamu yararının gerektirdiği durumlarda kısıtlanması mümkün olan ve toplum yararına aykırı kullanılması mümkün olmayan bir haktır. ÖRÜCÜ, Esin.Taşınmaz Mülkiyetine Bir Kamu Hukuku Yaklaşımı, Mülkiyet Hakkının Sınırlanması, İstanbul Üniversitesi Yayını, No:2132, İstanbul 1976, s.38

[5] MUMCU, Ahmet. Eski Eserler Hukuku ve Türkiye II, http://auhf.ankara.edu.tr/dergiler/auhfd-arsiv/AUHF-1971-28-01-04/AUHF-1971-28-01-04-Mumcu.pdf, e.t.:12.12.2010

[6] Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü tarafından hazırlanan ve 1972 yılında katılımcılar tarafından imzalanan sözleşme, Türkiye tarafından 1982 yılında kabul edilmiştir.

[7] Sit sınırlarının belirlenmesinde, korunması gereken kültür ve tabiat varlıklarının yanında, çevrede bulunan ve hukuka uygun olarak teşekkül etmiş yapılaşmaların da dikkate alınması gerekir. Danıştay 6. Daire, E:2005/7660, K: 2007/7758 sayılı ve  17.12.2007 tarihli karar.

[8] Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çıkarılan Yönetmelik 10.12.1987 Tarih ve 19660 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[9] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 1993/16-139 Esas, 1993/487 Karar sayılı ve 30.6.1993 tarihli karar.

[10] GÜNDEL, Ahmet. Açıklamalı-İçtihatlı Eski Eserler Hukuku. Seçkin Yayınevi, Ankara 1996, s.20

[11] SANCAKDAR, Oğuz. İdare Hukuku Yönüyle Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması ve Yargısal Denetimi, Seçkin Yayınevi, Ankara 2010, s.34

[12] Devlet malı niteliğinde kabul edilen taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak ortaya çıkan idari faaliyetlerin, “tam kamu” eksenli faaliyetler olduğu kabul edilmektedir. YAŞAR, Hasan Nuri. İmar Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul 2008, s.57

[13] ÜNAL, Yücel. Türk Şehir Planlama ve İmar Mevzuatının Kentsel Dönüşüm ve Deprem Ağırlıklı İncelenmesi, Yetkin Yayınları, Ankara 2008, s.135

[14] Örneğin bir Darüşşifa’nın tarihte ifa etmiş olduğu rol, o dönemin toplumsal yaşantısına ışık tutacaktır. CANTAY, Gönül. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı: 61, Ankara, 1992, s.21

[15] İstanbul Tarihi Yarımada sınırları içerisinde bulunan ve Sur-i Sultani olarak adlandırılan sit alanı bölgesinde, Doğu Roma Saray kalıntısı içermesi nedeniyle I. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir. Oysa aynı alanda, Osmanlı İmparatorluk Sarayı olan Topkapı Sarayı varlığını müze olarak devam ettirmektedir. Buna ilave olarak asırlar boyu dünyanın en büyük gücü olan Osmanlıyla ilgili yaşanmış tarihi olaylar nedeniyle de buranın bir tarihi sit özelliği gösterdiği, doğal yapısı ve Gülhane nedeniyle ender bir doğal güzellik barındırdığı tartışmasızdır. Böyle bir durumda, bu sit alanının doğal kentsel tarihi arkeolojik sit statüsünü aynı anda barındıran bir bölge olduğunda tereddüt yoktur. Sadece yer altında bulunan arkeolojik değerleri esas alan bir koruma anlayışının isabetli olmadığı izah gerektirmez bir durumdur.