KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARININ DEVLET MALI NİTELİĞİ VE SONUÇLARI

Nusret İlker ÇOLAK*


            Toplumların bir millet olarak ortaya çıkmalarının altyapısını belirlemeye yönelik değerlendirmelerde ortak geçmiş geniş yer tutar. Bir ve beraber olma bilincinin oluşum sürecinde ortaya konulan ortak değerler, millet olmanın temelini oluşturur. Milli kültürünün önemli parçalarından biri de somut kültür değerleridir. Somut Kültür değerlerinin yanında bu değerlerin oluşum sürecinde etkili olan, toplum yaşamının önemli bir parçası olan, yaşanan coğrafyanın özgün doğal varlıkları da millet olma bilinci üzerinde etkili olmuştur/olmaktadır.

Devletin varlık koşulu millet unsurunun en önemli bileşeni olan kültür ve tabiat değerlerinin korunması, ülkelerin devamlılığı açısından büyük önem taşımaktadır. Milli varlığını devam ettirmek isteyen toplumlar, milli değerlerinin korunması konusunda duyarlı olmak ve koruma yönünde gerekli tedbirleri almak zorundadırlar. Kültürel olarak bir başka ülkenin etkisinde kalmış toplulukların milli varlıklarını devam ettirmekte zorluklar yaşaması muhtemeldir. Ülkelerin milli varlıklarının devamı noktasında sahip oldukları kültür ve tabiat değerlerini, ulusal gereksinimleri dikkate alarak koruma altına almaları beklenen bir tutumdur. Bu doğrultuda ülkeler, sahip oldukları kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda ulusal hukuk düzenlerinde gerekli koruma düzenlemelerini gerçekleştirmişler ve bu değerlerin korunmasına yönelik bir hukuki koruma sistemi kurmuşlardır. Her ülke kültür ve tabiat varlıklarının korunması noktasında duyduğu gereksinime ve ulaştığı koruma bilinci düzeyine göre hukuki bir düzen oluşturmuştur.

Diğer yandan, bir ülkenin sahip olduğu kültür ve tabiat değerleri aynı zamanda insanlığın ortak mirası olarak da önem taşımaktadır. İnsanlık ailesinin geçirmiş olduğu evreler, ürettiği kültür değerleri, bu değerlerin oluşum sürecini doğrudan şekillendiren tabiat koşulları/şekilleri, bu değerlere sahip olan milletler kadar diğer milletleri de etkilemekte ve ilgilendirmektedir. Yaşanan teknolojik gelişmelere paralel olarak, küreselleşen dünyada bir iletişim toplumu ortaya çıkmıştır. Bu yeni toplumda siyasi sınırlar önemini yitirmiş ekonomik ve kültürel yapısı güçlü olan toplumlar diğer toplumlar üzerinde etkin olmaya başlamış ve yeni bir küresel düzen ortaya çıkmıştır. Oluşan yenidünya düzeninde nerede olursa olsun, insanlığın geçmişini anlamamıza yardımcı olan, kültür ve tabiat değerlerinin korunması gerekliliği bir genel kabule dönüşmüştür.

Kültür ve tabiat varlıklarının uluslar arası önemi nedeniyle korunması noktasında, uluslar arası hukuk metinleri oluşturulmuştur[1]. Uluslar arası antlaşmalarda kültür ve tabiat varlıklarının korunması gerekliliği ülkelerin iç hukuklarında yer alan düzenlemelere ek olarak yerini almıştır. Antlaşmalara taraf olan ülkeler, kültür ve tabiat varlıklarının korunması çabalarını, insanlığın ortak kültür ve tabiat mirasını koruma bilinci etrafında evrensel bir koruma anlayışına dönüştürmeye taraf olmuşlardır. Bu doğrultuda insanlığın ortak kültür ve tabiat mirasının korunmasına yönelik olarak, uluslar arası yardım fonları, ödenekler devreye konulmuş ve buna bağlı olarak dünya kültür mirası listeleri oluşturulması yoluna gidilerek uluslar arası bir denetim sistemi kurulmuştur.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında olması gereken, ülkelerin ulusal hukuk düzeninde bu değerlerin korunmaya değer bulunması ve toplumun koruma bilinci içerisinde hareket etmesidir. Koruma bilinci bulunmayan toplumların, kültür ve tabiat varlıklarını yok etmesinin önüne uluslar arası tedbirlerle geçilmesi mümkün değildir. Ülkemizde de kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda zorlu bir süreç yaşanmakta, hem ulusal hem de uluslar arası hukuk noktasından koruma faaliyetlerinin garanti altına alınması sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak, bu çalışmaların beklenen sonuçlara ulaşması kolay gerçekleşebilecek bir durum değildir. Çünkü korunacak kültür ve tabiat varlıklarının nicelik ve nitelik olarak fazla olması, mülkiyet hakkıyla koruma arasında kurulması gereken denge, ekonomik yetersizlikler, uygulamanın uzmanlık gerektiren bir iş olması, yavaş işleyen bir süreç olması ve benzeri pek çok sorun koruma çalışmalarının gereği gibi yürütülmesini zorlaştırmaktadır.

            Bahse konu olumsuzluklar arasındaki en önemli konu, kültür ve tabiat varlıklarının mülkiyet sorunudur. Özel hukuk kişilerinin mülkiyetinde bulunan kültür ve tabiat değerlerinin korunmasında zorluklar yaşanması kaçınılmazdır. Bu noktada kültür ve tabiat varlıklarının hukuki niteliğinin ne olduğu ve ne olması gerektiğinin üzerinde durulmasında yarar vardır.

 

I-KÜLTÜR VE TABİAT VARLIĞI KAVRAMI VE ÖNEMİ

            Kültür ve tabiat varlığı kavramı yürürlükteki 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda[2] düzenlenmiş bulunmaktadır. Kanuna bağlı olarak çıkarılan idari düzenleyici metinlerde de aynı yönde açıklayıcı tanımlamalar yer almaktadır[3].

1-Kültür ve Tabiat Varlığı Kavramı

            Kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda doğru uygulama yapılabilmesi için öncelikle kültür ve tabiat varlığının ne olduğunun iyi bilinmesi gerekir. Doğru tanımlanmamış bir değerin korunmasının doğru bir şekilde yapılmasını beklemek gerçekçi olmaz.

A-Kültür Varlığı Kavramı

Yasa koyucu kültür varlıklarını; “tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklar” olarak tanımlamıştır(KTVKK m.3/a-1). Kanun koyucunun kültür varlığı tanımlaması, arkeolojik nitelikleri ağır basan ya da arkeolojik niteliklere öncelik veren bir tanımlamadır. Kültür varlıklarının tarih öncesi ya da tarihi devirlere ait olması noktasındaki belirlemeyle, kültür varlığı olarak tescil kararlarında öne çıkan uygulama paralel gitmemektedir. Günümüzde yapılmış, henüz faydalı ömrünü tamamlamamış yapıların dahi kültür varlığı olarak tescil edilebildiği uygulamada görülmektedir.

B-Tabiat Varlığı Kavramı

Kanunda tabiat varlıkları; “jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerler” olarak tanımlanmıştır(KTVKK m.3/a-2). Kanunda getirilen tanımlamanın tabiat varlığı olarak tescil kararlarında yer alan gerekçelerle pek ilgisi bulunmamaktadır. Tabiat varlığı olarak belirleme ve tescile ilişkin kararlarda, belli bir yaşın üzerindeki ağaçlar, kimi ağaç türleri doğal varlıklar olarak, kimi ağaç topluluğu ve bitki çeşitliliği olan alanlarsa doğal sit alanı adı altında tabiat varlığı olarak tescil edilmektedir. Kanunda yer alan tabiat varlığı tanımlamasıyla uygulama arasında var olan bu çelişkiden çıkarılması gereken sonuç, uygulamanın Kanuna aykırı şekilde yürütülüyor olması değildir. Doğru yaklaşım, Kanun hükmünün ihtiyaçlara cevap veremeyecek durumda olmasıdır.

 

2-Kültür ve Tabiat Varlığının Önemi

Kültür ve tabiat varlıkları millet olma bilincinin oluşturulması sürecinin somut tanıkları ve ürünleri olarak önem taşımaktadır. Bir ülkenin medeniyet gelişiminin göstergesi olarak karşımıza kültür ve tabiat varlıkları çıkar. Ülkeler ulusal bütünlüğünün devamı açısından kültür ve tabiat varlıklarına sahip çıkmak, bunları korumak, oluşum şartlarını genç kuşaklara aktarmak suretiyle millet olma bilincinin devamını ve güçlendirilmesini sağlamak durumundadırlar. Bu gereklilik, kültür ve tabiat varlıklarının öneminin göz ardı edilmesine fırsat vermemektedir. Toplum yaşamı açısından taşıdığı önem nedeniyle kültür ve tabiat varlıklarının gelecek kuşaklara aktarılması gerekir[4].

Millet olma bilincinin korunması ve güçlendirilmesiyle, milli egemenliğin korunması arasında sıkı bir ilişki vardır. Küresel dünyada, toplumlar arasındaki siyasi ve coğrafi sınırların önemini kaybetmesi karşısında ekonomik ve kültürel güç ön plana çıkmıştır. Kültürel güçle desteklenmeyen ekonomik başarıların da zamanla anlamsızlaşması kaçınılmazdır.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması denildiğinde;

-Ulusal egemenliğin anlamlı bir şekilde devamının sağlanması ve güçlenerek devam etmesi için kültür ve tabiat varlıklarının etkili temel faktörlerden biri olduğu,

-Genç kuşaklarda millet bilincinin oluşturulması, korunması ve geliştirilmesi açısından milli tarihin ve geçmişin nesnel tanıkları olarak kültür ve tabiat varlıklarının önemli olduğu,

-Kültür ve tabiat varlıklarının milli kültürümüzün bir parçası olduğu kadar, insanlık mirasının da parçası olduğu göz önünde bulundurularak hareket edilmesi gerekir.

II-KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARININ SINIFLANDIRILMASI

Kültür ve tabiat varlığı kavramının içeriğine bakıldığında, insanlık tarihi bakımından büyük öneme sahip bir imparatorluğun yönetim merkezi olan imparatorluk sarayından bu sarayda kullanılan eşyalara, askerlerin giysi ve silahlarına, saray halkının takılarına varana kadar pek çok eşya ve yapı bu kavramın içerisindedir. İnsanlığın tarihsel değişim ve gelişim sürecinin tanığı olan her türlü yapılar ve el emeği ürünler tarih/kültür varlığı olarak tanımlandığı gibi, tabiatta karşımıza çıkan ve korunması gereken ender doğal güzellikler de tabiat varlığı olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla bu kadar geniş bir yelpaze ve çeşitlilik oluşturan kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statülerinin belirlenmesinde ve önemlerine paralel olarak korunmalarının sağlanmasında korunması gerekli varlıkların belli nitelikleri esas alınarak bir sınıflandırılma yapılması zorunludur. Kültür ve tabiat varlıklarının sınıflandırılmasında iki farklı yaklaşım söz konusudur. Bunlar; kültür ve tabiat varlığı olarak sınıflandırma ve taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları olarak sınıflandırmadır.

 

1-Taşınır ve Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Olarak Sınıflandırılma

Kültür ve tabiat varlıklarının sınıflandırılmasında öne çıkan sınıflandırma yaklaşımı taşınır ve taşınmaz olmalarına göre bu varlıkların sınıflandırılmasıdır. Eşya hukukunun temel sınıflandırma yaklaşımına paralel olarak kültür ve tabiat varlıklarının da taşınır ve taşınmaz olma durumlarına göre sınıflandırılmaları ve bu sınıflandırılma doğrultusunda hukuki statülerinin belirlenmesinde yarar ve zorunluluk vardır. Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik uygulamaların aynı yöntem ve hukuki statüde yürütülmesi pek mümkün olmamaktadır. Antik çağdan kalan bir mağara oyuntusunun korunmasıyla antik paraların korunması aynı yönteme tabi olmayacaktır. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yerinde korunması yaklaşımı ön plana çıkarken, taşınır varlıkların müzelerde korunması gerekmektedir. Taşınır kültür ve tabiat varlıklarının hukuk dışı yollarla yurt dışına çıkarılmasına daha sık şahit olunurken, taşınmaz varlıkların bir bütün olarak yurt dışına kaçırılması mümkün değildir. Buna karşılık taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yasa dışı alım-satıma konu olması durumunda genel olarak bu varlıklar, parçalara ayrılmaya çalışılması nedeniyle büyük zararlar görürken, taşınır varlıklar daha az zarar görecektir. Kısaca değinilen bu durumlar nedeniyle kültür ve tabiat varlıklarının taşınır ve taşınmaz olmalarına bakılarak sınıflandırılmaları hukuki açıdan daha doğrudur[5].

2-Kültür ve Tabiat Varlıkları Olarak Sınıflandırma

Kültür ve tabiat varlıkları tanımlaması kendi içerisinde bir sınıflandırma ifade etmektedir. Toplumların kültürel, tarihi ve doğal varlıklarının korunması zorunluluğu doğrultusunda bu varlıkların aynı zamanda bütün insanlığın ortak mirası olduğundan hareketle üretilen kültür ve tabiat varlığı kavramı, korunması zorunlu olan varlıkları, kültür varlığı ve tabiat varlığı olarak iki başlık altında toplamaktadır. Mevzuatta tercih edilen tanımlamaya göre, korunması gerekli ortak miras varlıklar, insanlar tarafından üretilen, insanlığın el ve emeğinin ürünü olan varlıklar ve doğal süreçte ortaya çıkan varlıklar olarak iki gruba ayrılmaktadır.

İnsanlığın emeğinin ürünü olan tarihsel varlıkların insan yaşamında oynadığı roller, bu varlıkların ortaya çıkarılma gerekçeleri, yapılış süreci ve yaşanan tarihi olayların ulusal ve insanlık kültürü açısından taşıdığı değer dikkate alınarak ayrı bir başlık altında, kültür varlıklarının özel değer olarak korunması doğru bir yaklaşımdır. Kültür varlıklarının korunmasına yönelik çalışmalar ve uygulamalarla bu varlıkları tehdit eden riskler ya da koruma-kullanım yanlışları tabiat varlıklarından farklıdır. Tabiat varlıkları olarak korunma altına alınan varlıklar, doğal olayların ortaya çıkardığı, ender bulunan özelliği ve güzelliği olan doğal oluşumlardan oluşmaktadır. Bu doğal oluşumların korunması çalışmalarında öne çıkan özellik müdahaleden kaçınmak suretiyle oluşum sürecindeki koşulların varlığını devam ettirmeye çalışmaktır. Dolayısıyla kültür varlıklarıyla tabiat varlıkları arasında koruma çalışmaları, oluşan riskler ve kullanım durumları itibarıyla ciddi farklılıklar vardır.

Kültür varlıklarının korunmasında mevcut durum üzerinde doğal olayların etkisini azaltma çabası ön plana çıkarken tabiat varlıklarının korunmasında doğal koşulların devamının sağlanması esastır. Kültür varlıklarında koruma çalışmalarıyla birlikte insan yaşamına konu olma, korunma-kullanma dengesinin sağlanması ve kullanarak koruma önemli iken, tabiat varlıklarının yoğun insan kullanımından uzak tutulması tercih edilmektedir ve kullanarak korunma yaklaşımı tabiat varlıkları için geçersizdir. Tabiat varlıkları toplumlarının kültürlerinin oluşumunda etkili faktörler arasında yer almaktayken kültür varlıkları var olan kültürün bir yansıması, bir sonucu olarak karşımıza çıkar.

Belirtilen nedenlerle kültür ve tabiat varlıkları, nitelikleri, önemleri, koruma önlemleri ve toplum yaşamı üzerindeki etkilerinin farklı olması nedeniyle, kültür varlığı ve tabiat varlığı olarak iki gruba ayrılabilirler. Bu ayrım doğrultusunda hukuki düzenlemelerin de kültür varlıkları ve tabiat varlıkları için ayrı ayrı düzenlenmesinde yarar olabilir.

 

III-KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARININ HUKUKİ NİTELİĞİ

Kültür ve tabiat varlıklarının belirtilen özellikleri ve önemleri nedeniyle toplum yaşamı ve insanlık için vazgeçilmez değerler olduğu ve korunması gerektiği tartışmasızdır. Toplumların ve insanlığın ortak mirası olan kültür ve tabiat varlıkları söz konusu olduğunda klasik mülkiyet hakkının tanınması mümkün olamamaktadır[6]. Ülkeler sahip oldukları kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda, taraf oldukları uluslar arası ve ikili anlaşmalar paralelinde ve bunlara ek olarak, kendi hukuk sistemlerine göre bir koruma statüsü oluşturmayı tercih ederler. Ülkemizde de kültür ve tabiat varlıklarının ekonomik, kültürel, eğitsel, tarihsel ve uluslar arası gereklilikler açısından taşıdığı değerler dikkate alınarak bu doğrultuda bir hukuki statü tanımlanması yoluna gidilmiştir. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda kültür ve tabiat varlıklarının kamusal niteliğine vurgu yapılarak bir korunma düzeni getirilmiştir.

1-Kamu Malı-Kamusal Mal Niteliği

Kamu malı niteliği bir malın mülkiyetinin kamuda olmasını ifade eder. Mülkiyetin kamu kurum ve kuruluşlarına ait olması nedeniyle bu mallar üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi kamunun elindedir. Buna karşılık kamusal mallar kamunun mülkiyetinde bulunan ve kamusal faaliyetlere tahsis edilmiş bulunan malları ifade eder. Konunun ayrıntısına girmek bu çalışmanın kapsamı dışında kalmakla birlikte, kamu mallarının kendi içerisinde kamunun özel malı ve kamusal mal olarak ayrıldığı ve bu iki grup kamu malına uygulanan hukukun farklı olduğu dikkate alındığında kültür ve tabiat varlıklarının hukuki niteliğinin tam olarak belirlenmesinde zorunluluk bulunduğu açıkça görülecektir.

Kamu yararı açısından korunması zorunlu, ülke kültürünün oluşum, gelişim ve anlaşılması sürecinde büyük öneme sahip, milli bilincin oluşturulması, geliştirilmesi, sürdürülmesi ve korunmasında temel etkenlerden olan kültür varlıklarının korunmasında kamusal zorunluluk vardır. Buna karşılık, bulunulan coğrafi bölgenin önemi, geçmiş medeniyetlerin merkezi olması, tarihte önemli yerleşim yerleri arasında yer alması ve benzeri durumlar dikkate alındığında bütün kültür ve tabiat varlıklarının özellikle de taşınmaz olanların bütününün kamunun mülkiyetine geçirilmesinde ekonomik imkânsızlık vardır. Yer altı ve yer üstü kültür ve tabiat varlıkları envanter çalışmaları henüz sınırlı alanlarda tamamlanmış olmasına rağmen sit alanlarının büyüklüğü küçümsenemeyecek ekonomik ve alansal büyüklüklere ulaşmış durumdadır. Geçmiş/tarihsel yerleşim alanlarının bir kısmının günümüzde de kullanılan kentler olması bu alanların ekonomik değerini artırmaktadır.

Hukuk devleti ilkesi çerçevesinde temel hak ve özgürlükler arasında bireyler açısından birincil konumda bulunan mülkiyet hakkının hukuk dışı yollarla kamunun eline geçmesi söz konusu olamayacağına göre, ancak Kamulaştırma Kanunu ve diğer kanunlarda tanımlanmış bulunan yöntemlerle mülkiyetin kamuya geçirilmesi mümkündür[7].  Bu durumda kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiş bulunan taşınır ve taşınmaz malların korunması amacıyla kamunun eline geçmesi yönündeki uygulamaların ciddi maliyetler oluşturacağı açıktır. Oluşturacağı büyük ekonomik maliyetlerin yanında bütün kültür ve tabiat varlıklarının kamunun eline geçmesi yönündeki bir yaklaşımın, koruma gerekliliği ve çalışmaları açısından da doğruluğu tartışmaya açıktır. Bir şehir ölçeğinde kültür varlığı olarak tescil edilen taşınmazların kamu tarafından ekonomik olarak değerlendirilme güçlüğü bir yana, kullanarak koruma dengesinin oluşturulması da çok zor görünmektedir. Sahip olunan değerlerin korunması ve kamunun yararına uygun kullanılmasının sağlanması noktasında kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüsünün belirlenmesi büyük önem taşımaktadır.

2-Yasal Düzenleme/Devlet Malı Niteliğinde Olma

2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kültür ve tabiat varlıklarının korunması çalışmalarına ilişkin ilke, kural ve öncelikleri belirlemeye yönelik düzenlemeler içermektedir. Kanun belirtilen düzenlemelerinin yanında kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüsüne ilişkin hükümler de içermektedir. Kanun 5.maddesinde getirmiş olduğu düzenlemede; “Devlete, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar ile özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarda varlığı bilinen veya ileride meydana çıkacak olan korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Devlet malı niteliğinde” olduğunu vurgulamıştır(m.5/I).

Kanunda getirilen devlet malı niteliğinde olma statüsü, vurgulanan ekonomik zorluklar ve korumanın kullanarak yaşatma paralelinde sürdürülmesi gerekliliğine imkân sağlayan bir düzenleme gibi görünmekle birlikte, diğer yandan ihtiyacı karşılamaktan da uzak görünmektedir.

A-Devlet Malı Niteliği Kavramı

Devlet malı niteliğinin kavram olarak doğru bir kavram olup olmadığından önce neyi amaçladığı ya da ifade ettiğinin anlaşılmasında yarar vardır. Kanunda tanımlanan devlet malı niteliğinde olma durumu, özel hukuk anlamında tanımlanan mülkiyet hakkından farklı bir hukuki statüdür[8]. Devlet malı niteliğinde olma ifadesiyle kanun koyucunun, kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüsünü belirlemek ve belirginleştirmek istediğinde tereddüt yoktur. Kanun koyucu, kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğunu düzenlemekle, mülkiyetin kamunun elinde olması gerekliliğini/zorunluluğunu ya da ihtiyacını hukuken ortadan kaldırmış olmaktadır. Bu düzenleme doğrultusunda kültür ve tabiat varlıklarının mülkiyetinin tescile bağlı olarak değişme zorunluluğu bulunmadan korunabilecektir. Malikler, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve kullanılması yönünde kendilerine verilen kamusal talimatlara uygun davrandıkları sürece, tescil öncesinde sahip oldukları mülkiyet haklarını mülkiyet sonrasında da devam ettireceklerdir. Hatta kamunun elinde bulunan tescilli kültür ve tabiat varlıklarının mülkiyetinin özel hukuk kişilerine geçmesi de mümkündür. Burada kanun koyucunun önem verdiği kriter bu varlıkların kullanılması sürecinde maliklerin idarenin vermiş olduğu koruma ve kullanma talimatlarına uygun hareket edilip edilmediğidir.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda getirilmiş bulunan düzenlemeye göre; kültür ve tabiat varlıklarının malikleri idarenin koruma konusunda vereceği emir ve talimatlara uygun hareket ettiği sürece, malik olmanın getirdiği ve Koruma Kanununa aykırı olmayan bütün hak ve yetkilerini kullanmaya devam edecektir. Koruma konusunda idarenin getirmiş olduğu yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi durumunda ise mülkiyetin kamuya geçirilmesi söz konusu olacaktır(KTVKK m.11). Kanun koyucunun kültür ve tabiat varlıkları maliklerinin mülkiyet hakkından doğan hak ve yetkilerinin kullanımında getirmiş olduğu düzenleme, mülkiyet hakkının kamu yararı doğrultusunda kullanılması yönündeki Anayasal düzenlemeye paralel düşünülmüş ve kamu yararına kullanma gerekliliğinin ayrıntısının kanunla düzenlenmesi zorunluluğunun yerine getirilmesine yöneliktir. Bu düzenlemeyle kültür ve tabiat varlıklarının kamu yararına uygun olarak, idarenin vereceği emir ve talimatlar doğrultusunda, maliklerince kullanılmaya devam etmesine hukuki zemin oluşturulmuştur. Mülkiyet hakkının belirlenen sınırlar içerisinde kullanılmaya devam etmesinin yanında, kültür ve tabiat varlıklarına yönelik her türlü olumsuz fiilde, sorumlular hakkında devlet malına zarar vermiş gibi idari/cezai yaptırımlar uygulanması yoluna gidileceği de düzenleme kapsamına dâhil edilmiştir. Tanımlanan bu statüyle kültür ve tabiat varlıklarının zarar görmesine neden olan malik ya da üçüncü kişinin bu davranışı nedeniyle kendisine idari yaptırım uygulanması yoluna gidilebileceği gibi, cezai yaptırım uygulanması yoluna da gidilebilecektir.

Kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüsünün belirlenmesi konusunda, 2863 Sayılı Kanunda getirilen “devlet malı niteliğindedir” hükmü ve yaptırım içeren diğer düzenlemeler dikkate alındığında; kültür ve tabiat varlıklarının malikler elinde korunmaya imkân veren bir hukuki statü oluşturulmak istendiği görülecektir. Devlet malı niteliğinde olma statüsüyle, kültür ve tabiat varlıklarının maliklere ve üçüncü kişilere karşı korunmaya alındığı, buna karşılık bu varlıkların kullanılmasında özel hukuk kişilerinin mülkiyeti ellerinde bulundurmalarında bir engel bulunmadığı görülmektedir. Getirilen bu statüyle mülkiyeti özel hukuk kişisinde bırakan, buna karşılık mülkiyet hakkının kullanımında kısıtlamalar getiren ve kullanımı sıkı koşullara bağlayan bir hukuki durum oluşturulmuştur.

B-Devlet Malı Niteliği Statüsünün Uygulanma Süreci

Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğine sahip olduğu yönündeki yasal düzenlemenin uygulanma sürecinde kimi ciddi eksiklikler taşıdığı tartışmasızdır. Uygulama sürecinde ortaya çıkan eksiklikler ve sorunlar kültür ve tabiat varlıklarının ulusal ve uluslar arası korunması çalışmalarında sorunlara yol açacak boyutta ciddi eksikliklerdir. Kültür ve tabiat varlıklarının özel mülkiyete konu olabilecek olması, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda var olan uluslar arası hukuk kurallarının uygulanmasını güçleştirici bir etkiye sahiptir. İzinsiz olarak ülke dışına kaçırılan kültür ve tabiat varlıklarının geri alınması konusunda yürütülecek çalışmalarda özel mülkiyete konu olabilme imkânı, milli değerlerin korunmasında soruna yol açacaktır. Özel hukuk kişisinin mülkiyetinde bulunan bir kültür veya tabiat varlığının sadece yurt dışına çıkarılmış olması nedeniyle iadesin istemenin uluslar arası hukuk açısından zorluklar taşıdığı açıktır.

Diğer yandan, kültür ve tabiat varlıkları maliklerinin idarenin vermiş olduğu emir ve talimatlara uygun davranmaları koşuluyla mülkiyet hakkının sağladığı hak ve yetkilerden yararlanmaya devam edecekleri yönündeki düzenlemenin ihlal edilmesi durumunda açık bir düzenleme, bir uygulama kuralı bulunmamaktadır. Aykırı kullanım durumunda mülkiyetin doğrudan idareye geçeceği ve idare tarafından belirlenen bedelin maliklere ödeneceği ve verilen zararla orantılı olarak bedelin eksiltileceği yönünde bir düzenleme gibi, emir ve talimatlara aykırı hareket edenlere karşı etkin tedbirler alınması yoluna gidilebilmesinin yolu açılmamıştır. Mülkiyet hakkını kötüye kullanan kültür ve tabiat varlıkları maliklerine karşı, mülkiyet hakkından mahrumiyet içeren ya da kısıtlayan bir yaptırımın söz konusu olmaması ciddi bir eksikliktir. Kültür varlığını yok eden kişilerin eski eser parselinde tamamen yeni ya da eski eser adı altında yeni bir taşınmaza sahip olmasının önüne geçilmesi gerekir.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik getirilmiş bulunan cezai yaptırımların yeterince etkin olmaması da bir başka uygulama sorunudur. Tescilli kültür varlıklarına yapılan izinsiz fiziki inşai müdahale nedeniyle yargılanan kişilere uygulanan cezai yaptırımlar yeterince etkin değildir. 2863 Sayılı Kanunun 65.maddesinde 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, kültür ve tabiat varlıklarını bozma ve zarar verme suçu yeniden düzenlenmiş olmasına rağmen bu eksiklik giderilmemiştir. Kültür ve tabiat varlıklarını yok eden, bozan ya da zarar veren kişilere verilen cezalar para cezasına çevrilme ve ertelemeye konu olmaktadır. Cezaların etkinliğinin sağlanabilmesi için kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren kişilere verilecek cezaların para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesine yönelik uygulamaya son verilerek, bu cezaların para cezasına çevrilemeyeceği ve ertelenemeyeceğine ilişkin bir düzenleme daha etkin olacaktır.

3-Devlet Malı Niteliği/Kamusal Mal

Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olması bu varlıkların kamu malı olarak değerlendirilmesine imkân verecek midir? Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde kabul edilmeleriyle kamu malı kabul edilmelerinin sonuçları bir birinden farklıdır. Kamusal mal[9] olarak kabul edilen(kamu hizmet ve görevlerine tahsis edilen) bir varlığın özel hukuk kişilerince hukuki yollarla iktisap edilmeleri mümkün olmadığı gibi, kamusal mal niteliği devam ettiği sürece kamusal irade tarafından dahi özel hukuk kişilerine mülkiyetinin devredilmesi mümkün değildir. Kamusal malın kamunun yararı doğrultusunda kullanılmasında zorunluluk vardır. Kamusal mal olarak düzenlenmiş olmasının doğal sonucu olarak tahsis amacı doğrultusunda kullanılması gerekmektedir. Devlet malı niteliği olarak 2863 sayılı Kanunda getirilmiş olan düzenleme, kültür ve tabiat varlıklarını kamusal mal olarak düzenlemekten özellikle kaçınılmış olduğu izlenimini vermektedir. Kültür ve tabiat varlıklarının kamu açısından taşıdığı önem ve değer dikkate alınarak, bu varlıkların kullanım amacı doğrultusunda bir kamu hizmet ve görevinin konusu ve aracı olduğundan ve bu doğrultuda tahsis edilmiş olduğundan hareketle kamusal mallardan hizmet malı olduğu görülmektedir. Kanun koyucu var olan bu hukuki durumu kanun hükmü haline getirmekten özellikle kaçınmış gözükmektedir. Ancak, değinildiği üzere, devlet malı niteliğinde olma statüsünün doğuracağı bazı sakıncalar olduğu noktası gözden uzak tutulmamalıdır[10]. Özellikle taşınır kültür ve tabiat varlıklarının da devlet malı niteliğinde olduğu yönündeki genel yaklaşım, taşınır kültür ve tabiat varlığı kaçakçılığı sonucu kaybedilmiş bulunan milli değerlerin yeniden kazanılması/elde edilmesi çabalarına olumsuz etkide bulunacaktır. Kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüleri düzenlenirken/belirlenirken bu varlıkların taşınır ve taşınmaz varlıklar olarak sınıflandırılmasında ve bu sınıflandırılma doğrultusunda farklılıklar taşıyan paralel iki farklı statü belirlenmesinde yarar vardır.

A-Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları

Taşınır kültür varlıklarına ilişkin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan düzenlemelerde bu varlıkların genel olarak farklı hükümlere tabi olduğu görülmektedir[11]. 2863 Sayılı Kanun taşınır kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik özel/ayrı başlık altında düzenlemeler getirirken, bu varlıkların hukuki statülerini taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla birlikte düzenlemiştir. Oysa niteliklerine bakıldığında taşınmaz kültür ve tabiat varlıkların korunmasıyla taşınır kültür ve tabiat varlıklarının korunmasındaki öncelikler ve riskler birbirinden farklıdır. Dolayısıyla taşınır kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüsünün devlet malı/kamusal mal olarak düzeltilmesi, 2863 sayılı Kanunun taşınır kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin düzenlemeleriyle daha uyumlu olacaktır. Kanunda yer alan düzenlemelere bakıldığında haber verme yükümlülüğü, müzelere alınma uygulamaları ve benzeri hükümler açıkça kültür ve tabiat varlıklarından taşınır olanlarının devletin/kamunun malı(kamusal mal/hizmet malı) olduğu görülecektir. Bu düzenlemelerle taşınır kültür ve tabiat varlıklarının da taşınmazlar gibi devlet malı niteliğinde olduğu yönündeki düzenlemede isabet yoktur.

Taşınır kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu yönündeki hukuki statü düzenlemesinin yerindeliğine ilişkin bir başka olumsuz nokta ise, bu varlıkların uluslar arası korunmasının sağlanmasında sorunlara yol açacak olmasıdır. Kültür ve tabiat varlığı kaçakçılığı yolu ve benzeri hukuk dışı yollarla yurt dışına çıkarılmış bulunan kültür ve tabiat varlıklarının geri alınmasına yönelik hukuk mücadelesinde “devlet malı niteliğinde” olma durumu sorunlara yol açacaktır. Temel olarak, hukuk dışı yollarla yurt dışına çıkmış bulunan taşınır kültür ve tabiat varlıklarının geri alınmasında bu varlıkların kaynak ülkedeki hukuki statüsü belirleyici olmaktadır[12]. Kaçırılan eserin bulunduğu ülkenin yargıcı konuyu karara bağlarken, kültür ve tabiat varlığının hukuk dışı yollarla çıkarıldığı ülkenin hukuki düzenlemelerini referans norm olarak uygulamak durumunda kalmaktadır. Böyle bir durumda, taşınır ve taşınmaz ayrımı yapılmaksızın bütün kültür ve tabiat varlıklarının aynı statüye, devlet malı niteliğine, tabi olması sonucunda, taşınır kültür ve tabiat varlıklarının özel hukuk kişilerinin mülkiyetine konu olabilecek olmasından hareket edilerek, iade talebinin geri çevrilmesi mümkün olabilecektir. Kanun düzenlemesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde taşınır kültür ve tabiat varlıklarının bulunmakla özel hukuk kişilerinin mülkiyetinde olduğu, devletin bu varlıkları alma hakkının bulunduğu sonucuna ulaşılacaktır ki bu durum ulusal varlıkların uluslar arası düzeyde korunamaması anlamına gelmektedir[13]. Özel’in devlet malı niteliğinde olmayla devlet malı olarak kabul edilme arasında bir farkın bulunmadığı yönündeki görüşüne katılmak mümkün değildir[14].

Taşınır kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında hem 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkında Kanun hükümlerinin uyumlu hale getirilmesi hem de milli varlığımız olan bu değerlerin hukuk dışı yollarla yurt dışına çıkarılması karşısında geri alınmasına imkân sağlayacak bir statünün oluşturulması amacıyla, bu varlıkların devlet malı olduğunun yasal mevzuatta açıkça düzenlenmesinde yarar ve zorunluluk vardır. Özel hukuk kişilerinin mülkiyetinde olsa dahi belli bir bedel karşılığında bu varlıkların kamunun mülkiyetine geçeceğine ilişkin bir düzenlemeyle konunun çözüme kavuşturulmasına yönelik 2863 sayılı Kanunda yer alan düzenleme de dikkate alındığında, taşınır kültür ve tabiat varlıkların kamunun idari faaliyet ve görevlere tahsis edilmiş ve bu faaliyetlerin konusunu oluşturan malı olduğu(hizmet malı) yönünde bir düzenlemenin yapılmasında yarar vardır. Taşınır kültür ve tabiat varlıkları bir yandan kültür ve tabiat varlıklarını koruma görev ve faaliyetlerinin konusunu oluşturmakta bir yandan bireylerin milli kültür, milli bilinç ve vatandaşlık eğitimi konusunda etkin araçlar olarak kullanılmakta diğer yandan da kültür turizmi kapsamında ekonomik gelir elde edilmesinde araç olarak kullanılmaktadırlar. Bu durum dikkate alındığında taşınır kültür ve tabiat varlıklarının kamusal mallardan hizmet malı olarak tanımlanmasında ve kabulünde tereddüt olmaması gerekir.

B-Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde kabul edilmesinde ekonomik açıdan zorunluluk bulunduğu gibi, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının kullanılarak korunması noktasında da zorunluluk vardır. Taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilen bütün taşınmaz varlıkların devlet malı olarak kamunun eline geçmesi yönünde bir düzenleme, kamu maliyesinin üstesinden gelemeyeceği yüklerin altına girmesi sonucunu doğuracaktır. Mali açıdan gerekli koşullar sağlansa dahi bu taşınmazların kamu tarafından verimli bir şekilde kullanılması her zaman mümkün olmayacaktır. Yukarıda değinildiği üzere tescilli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı binalar ve arazilerin kamu tarafından verimli bir şekilde kullanılması mümkün olmayacaktır. Kamunun ihtiyaç duyacağı vasıf ve miktardan farklı olan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının kamunun eline geçmesinde kamu yararı bulunmadığı açıktır. Diğer yandan kamunun elinde bulunan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının kamusal faaliyet alanlarına uygun bir fonksiyonda kullanılması gereksinimiyle kültür ve tabiat varlıklarının korunması çabasının uyuşması her zaman mümkün olmayacaktır. Taşınmaz kültür ve tabiat varlığının korunması ve asli fonksiyonu doğrultusunda kullanılması çabası, kamusal kullanımlar söz konusu olduğunda daha az dikkate alınacaktır. Bu durumda taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve kullanılarak yaşatılması çalışmalarında kamu mülkiyetinde olma durumunun açık olumsuz etkiye sahip olduğu tartışmasızdır.

Açıklandığı üzere, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının kamunun/devletin malı(kamusal mal) olduğu yönünde bir düzenlemenin sonucu, hem kamu maliyesi hem de kültür ve tabiat varlıklarının korunması açısından olumsuz olacaktır. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının asli fonksiyonlarına uygun olarak kullanılmasının sağlanmasında özel sektör tarafından gerçekleştirilecek çalışmaların daha başarılı olması mümkündür. Korunma lehine olan bu duruma ek olarak, özel hukuk kişilerinin mülkiyetinde bu varlıkların korunmasının kamu maliyesine getireceği mali yük de daha az olacaktır. Bu durumda, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olma statülerinin korunmasında yarar vardır.

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olma düzenlemesi paralelinde taşınır kültür ve tabiat varlıklarının kamu/devlet malı olduğu yönündeki düzenlemenin yapılması sürecinde, taşınmaz varlıklardan hukuk dışı yollarla ayrılan ve bağımsız bir değer ifade eden taşınır parçaların da taşınır kültür ve tabiat varlığı olarak tanımlanması yoluna gidilmesi gerekir. Bu yönde yapılacak düzenleme sonucunda kültür ve tabiat varlıklarının korunması, kullanılarak yaşatılması çabasında hedeflenen başarıların yakalanması kolaylaşacağı gibi, taşınır kültür ve tabiat varlıklarının uluslar arası düzlemde korunması noktasında yaşanacak olası sorunların da önüne geçilmiş olacaktır.

 

IV-KAMUSAL NİTELİĞE SAHİP OLMANIN SONUÇLARI

Kültür ve tabiat varlıklarının hukuki statüsünün tanımlanması, belirlenen statü doğrultusunda olumlu ve olumsuz olarak değerlendirilebilecek kimi durumların gündeme gelmesi demektir. Taşınır ve taşınmaz ayrımı yapılmaksızın kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu yönündeki hukuki düzenleme doğrultusunda, bu varlıklarla ilgili avantaj ve dezavantaj olarak değerlendirilebilecek durumlar ortaya çıkmıştır. Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğine sahip olmasının doğurduğu hukuki sonuçlar muafiyetler/destekler, emir ve talimatlara uyma zorunluluğu ve idari/cezai yaptırımlar olarak üç başlık altında toplanabilir.

1-Muafiyet ve Destekler

Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğunun kabulüne bağlı olarak bu varlıklarının maliklerinin mülkiyet hakkından doğan hak ve yetkilerinde belirli oranda kısıtlamaların yaşanması kaçınılmazdır. Özel hukuk kişilerinin elinde bulunmakla birlikte, toplumun ve insanlığın ortak mirası olan kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik kimi düzenlemelerin yapılması zorunluluğunun sonucu olarak bu kısıtlamalar karşımıza çıkar. Kamunun yararı için mülkiyet hakkının sağladığı hak ve yetkileri kısıtlanan maliklerin bu mahrumiyetlerine karşılık, mülkiyet hakkı üzerinde var olan bazı kamusal mükellefiyetlerden muaf tutulması ya da korunma uygulamalarında kamu tarafından desteklenmesi beklenen ve olması gereken bir durumdur. Kamu yararı için mülkiyet hakkı üzerinde kısıtlama yapılan özel hukuk kişilerinin muhatap olduğu kamusal külfet karşısında kimi külfetlerden muaf tutulma ve koruma uygulamalarının getireceği masraflara katkı sağlama olanağından yararlandırılması gerekir.

A-Muafiyetler ve İstisnalar

Özellikle kültür ve tabiat varlığı olarak tescil kararına bağlı olarak taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları üzerinde yaşanan kısıtlanmanın sonucu olarak, kamu külfetleri arasında bir dengeleme çabası olarak, bu varlıklar üzerinde var olan vergilerden muafiyet yoluna gidilir. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu getirmiş olduğu düzenlemeyle; “Tapu kütüğüne “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığıdır” kaydı konulmuş olan ve I inci ve II nci grup olarak gruplandırılmış bulunan taşınmaz kültür varlıkları ile arkeolojik sit alanı ve doğal sit alanı olmaları nedeniyle üzerlerine kesin yapılanma yasağı getirilmiş taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları olan parseller her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.

Kültür varlıklarının korunması maksadıyla tespit, proje, bakım, onarım, restorasyon ve kazı ile müzelerin güvenliği için kullanılmak şartıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Milli Savunma Bakanlığı, Bakanlıkça ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce dışarıdan getirilecek her türlü araç, gereç, makine, teknik malzeme ve kimyevi maddeler ile altın ve gümüş varak, her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.

Koruma kurulları kararına uygun olarak bu taşınmaz kültür varlıklarında yapılan onarım ve inşaat işleri Belediye Gelirleri Kanunu gereğince alınacak vergi, harç ve harcamalara katılma paylarından müstesnadır.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında tescil edilen taşınmaz kültür varlıkları için 29.6.2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun hükümleri uygulanmayacağını” hükme bağlamıştır(m.21).

Yasa koyucu, kültür varlığı olarak tescil edilmiş bulunan binalarla birinci grup doğal veya arkeolojik sit alanı ilan edilmiş araziler hakkında her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olacağını hükme bağlamış, buna ek olarak korumaya yönelik yapılacak alınacak malzemelerin ve diğer donanımların da vergi, resim ve harçtan muaf olduğunu düzenlemiştir. Bunlara ek olarak onarıma yönelik yapılacak inşaat uygulamalarında belediyeler tarafından vergi, harç ve harcamalara katılma payları alınmasından istisna tutulduğu gibi inşai faaliyetlerin yapı denetim uygulamasına tabi olmaması da açıkça düzenlenmiştir.

B-Yardımlar

Kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiş bulunan taşınmazların korunmasına yönelik uygulamalar teknik uzmanlık gerektiren mali külfeti yüksek uygulamalardır. Korumaya yönelik hazırlanacak projeler uzun uğraş, uzmanlık ve emek gerektiren projeler olduğundan doğal olarak pahalı çalışmalardır. Maliklerin tanınan muafiyet ve istisnaya rağmen mali yükün altından kalkması mümkün olmayabilir. Bu durumda kamusal kaynakların devreye sokulması suretiyle kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına katkı sağlanması gerekir.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan düzenlemeye göre; “Özel hukuka tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının; korunması, bakım ve onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayni, nakdi ve teknik yardım yapılır.

Bu amaçla, Bakanlık bütçesine yeterli ödenek konulur. Bakanlıkça yapılacak yardımlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.

Belediyelerin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 8 inci ve 18 inci maddeleri uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin %10’u nispetinde “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı” tahakkuk ettirilir ve ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edilir.

Tahsil edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu miktar; belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır.

Bu madde uyarınca tahakkuk eden katkı payları hakkında 1319 sayılı Kanunun üçüncü kısmı hükümleri uygulanır. Katkı paylarına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığı ile Bakanlık tarafından belirlenir.

2985 sayılı Toplu Konut Kanunu uyarınca verilecek kredilerin en az %10’u tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu işlemlerine ilişkin başvurularda kullandırılır. Bu kapsamdaki öncelikli projeler Bakanlık ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca müştereken belirlenir.

Yukarıdaki hükümlere göre, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahsil olunan miktarlar tahsil edildiği ayı takip eden ayın onuncu günü akşamına kadar il özel idarelerine bir bildirim ile beyan edilerek aynı süre içinde ödenir. Tahsil ettikleri katkı payını yukarıda belirtilen süre içinde il özel idarelerine yatırmayan belediyelerden, bu katkı payları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre gecikme zammı tatbik edilerek tahsil edilir.

Belediye başkanları, belediyelerin tahsil ettikleri paylardan il özel idarelerine ödemeleri gereken taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı paylarının, zamanında ve tam olarak ödenmesini sağlamakla yükümlüdür. Ödenmeyen paylar, ilgili il özel idaresinin talebi üzerine ilgili belediyenin İller Bankasından aldığı genel bütçe vergi gelirleri payından kesilerek talep eden özel idareye gönderilir” (m.12).

Kanun koyucu kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda ektin sayılacak bir yardım düzenlemesi öngörmüş bulunmaktadır. Oluşturulan fonlardan yararlanılarak kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik çalışmaların etkin bir şekilde sürdürülmesi mümkün hale gelmiştir. Ulusal kaynakların yanında, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda uluslar arası fonlar ve yardımlar kullanılarak maliklerin ekonomik külfetleri hafifletilebilmektedir.

2-Kamusal Yönlendirme ve Kararlara Uyma Zorunluluğu

Yukarıda değinildiği üzere devlet malı niteliğinde kabul edilen kültür ve tabiat varlıklarının özel hukuk kişileri tarafından kullanılmaya devam etmesinin koşulu, idare tarafından verilen emir ve talimatlara uygun hareket edilmesi ve gereğinin yerine getirilmesidir. 2863 sayılı Kanunda yer alan düzenlemede kanun koyucu açıkça bu zorunluluğu ortaya koymuştur. Düzenlemeye göre; “Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak yerine getirdikleri sürece, Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve muafiyetlerden yararlanırlar. Malikler bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı olan ve bu Kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini kullanabilirler.

Bu Kanunun belirlediği bakım onarım sorumluluklarını yerine getirmekte aczi olanların mülkleri, usulüne göre kamulaştırılır” (m.11). Kanun koyucu taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak bir taşınmazın tesciline bağlı olarak maliklere yeni durumlar ilgili bir seçenek sunmaktadır. Yasal düzenlemeye göre malikler isterlerse, belirlenen koşullar altında ve kendilerine tanınan haklar ve muafiyetler doğrultusunda mülkiyet hakkını kullanmaya devam edebileceklerdir. Ancak, bu kullanım olağan bir mülkiyet hakkı olmayıp, kamunun yararı doğrultusunda sınırlanmış ve ilkelere bağlanmış bir kullanımdır. Bu kullanımın en önemli noktası, Bakanlık birimlerinin vereceği emir ve talimata uygun olarak mülkiyetin varlığını devam ettireceğidir. Verilen emir ve talimatlara uygun hareket etmeyen ve bu kararların gereğini yerine getirmeyen maliklerin mülkiyet hakkına kamulaştırma yöntemi içerisinde son verileceği düzenlenmekle malikler daha dikkatli davranmak zorunda bırakılmış olmaktadır.

3-İdari ve Cezai Yaptırımlar

Kültür ve tabiat varlığı olarak ilan/tescil edilmiş bulunan taşınmazların hukuk dışı kullanılmaları durumunda tanınan muafiyet ve istisnaya paralel olarak ve kamunun yararı doğrultusunda yaptırım uygulanacağı Kanunda düzenlenmiş bulunmaktadır. Yaptırım tehdidi taşımayan yasaklamaların ya da yükümlülüklerin bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Diğer yandan toplumun milli varlığı ve insanlık mirası olan kültür ve tabiat varlıklarının yok edilmesi ya da zarar görmesi sonucunu doğuracak eylemlerin yaptırımsız kalması kabul edilebilir bir durum değildir. Kamunun ve insanlığın mirası ve zenginliği kabul edilerek devlet malı niteliği verilen ve haklar, muafiyetler ve istisnalar tanınan taşınmazlara hukuka aykırı olarak zarar veren kişilere yaptırım uygulanmasında gereklilik vardır. Kültür ve tabiat varlıklarına zarar verenlere karşı uygulanacak yaptırımlar; idari yaptırımlar ve adli yaptırımlar olarak iki başlık altında toplanabilir.

A-İdari Yaptırımlar

İdari yaptırım adli yaptırım ayrımına ve kıyaslamasına girmeksizin, kültür ve tabiat varlıklarının korunması noktasında idari yaptırımların daha etkin olabileceğinde tereddüt yoktur. Kültür ve tabiat varlıklarının korunması noktasında idarenin vermiş olduğu emir ve talimatlara aykırı davranan özel hukuk kişilerinin neden olduğu/gerçekleştirdiği aykırı uygulamaların ilgili idari birimlerce ortadan kaldırılması suretiyle hukuka aykırılığın giderilmesi sürecinde yapılanlar idare eliyle yaptırım olarak bir tür idari yaptırım olarak karşımıza çıkar. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına izinsiz yapılan müdahalelerin idare eliyle ortadan kaldırılması özel hukuk kişilerinin izinsiz fiziki ve inşai faaliyette bulunmasını önlemeye yönelik olarak belirlenmiş ve yaptırım yönü de bulunan tedbirlerdir. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına yapılmış izinsiz müdahalelerin sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirler, izinsiz ya da verilen iznin sınırlarını aşmak suretiyle yapılan hukuka aykırı uygulamaların sonuçlarının ortadan kaldırılmasını sağlamaktadır.

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik uygulamalar sırasında alınan izinlerin dışına çıkılması durumunda, uygulamanın teknik sorumlusu olan kişilere karşı da kanun koyucu yaptırım uygulanmasını öngörmüştür. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak yasa koyucu, “Sit alanları, korunması gerekli kültür varlıkları ve bunların koruma alanlarında onaylı plân ve proje dışı uygulama yapan veya yapılmasına yol açan sorumlularının, koruma bölge kurulları ile ilgili konularda plân ve proje düzenlemesi ve uygulama sorumluluğu yapması beş yıl süre ile yasaklanır. Uygulama sorumlularının denetimi, ilgili belediye veya valilikçe yapılarak aykırı hareket edenler, Bakanlığa ve ilgili meslek odasına bildirilir” hükmünü getirerek teknik uygulama sorumluları hakkında idari yaptırım uygulanmasını düzenlemiştir(KTVKK m.18/III). Getirilen idari yaptırımın amacı, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda uzmanlaşmış olan kişilerin bu niteliklerini ve sıfatlarını kötüye kullanmak suretiyle korunması gerekli varlıkların zarar görmesine yol açmaları durumunda bu kişilerin mesleklerini icra etmekten yasaklanmak suretiyle hem yaptırım görmelerinin hem de korunması gerekli varlıklara zarar vermelerinin önlenmesidir.

Kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren davranışlara karşı uygulanacak idari yaptırımların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Toplumlar ve bütün bir insanlık için büyük öneme sahip kültür ve tabiat değerlerinin kişisel düşüncelerle zarara uğratılması karşısında Kanunda düzenlenmiş bulunan yaptırımların yeterli olmadığı açıktır. Kültür ve tabiat varlıklarına karşı işlenen suçlarda faillerin amacının ekonomik yarar sağlamak olduğu dikkate alınarak, hedeflenen ekonomik yararın önlenmesine imkan verecek idari yaptırımların yeniden düzenlenmesi gerekir. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren kişilerin mülkiyet haklarının ve kullanımlarının devam etmesi karşısında uygulanan idari ve cezai yaptırımların caydırıcılığı bulunmamaktadır. Her şeyden önce, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar verenlerin hukuka aykırı davranışlarıyla elde etmeye çalıştıkları ekonomik avantajlardan mahrum bırakılmasına imkân sağlayan bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu ve idarenin vermiş olduğu emir ve talimatlara uygun davranılması koşuluyla mülkiyet hakkının sağladığı hak ve menfaatlerden yararlanabileceği yönündeki Kanun hükmüne uygun olarak idari yaptırımların yeniden düzenlenmesi gerekir(KTVKK m.11). Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren kişilerin bu varlıkların malikleri olsa dahi, kullanımlarının idari yaptırım olarak, geçici bir süre dahi olsa engellenmesi ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine yönelik hukuki sürecin başlatılmasına imkân verecek bir düzenleme yapılması durumunda taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında daha başarılı olunacaktır.

B-Adli Yaptırımlar

Adli yaptırımlar kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren davranışlara karşı yargı kararıyla uygulanan yaptırımlardır. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren davranışlarla ilgili olarak çeşitli suçlar ve cezalar getirmiştir. Kanunda düzenlenmiş bulunan suçların taşınır kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili olanları bir yana bırakarak, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına karşı işlenen suçlarla ilgili düzenlemeye kısaca değinmek gerekirse(KTVKK m.65),

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına kasten zarar verenler, bozulmasına, yıkılmasına, tahribine, yok olmasına yol açanlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılırlar. Bu davranışları taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını yurt dışına kaçırmak amacıyla yapanlar hakkında verilecek ceza bir kat arttırılır.

Geçiş dönemi yapılaşma koşullarına, koruma amaçlı plana ve koruma bölge kurullarınca belirlenmiş bulunan koruma alanlarında öngörülen kullanma koşullarına aykırı olarak izinsiz fiziki ve inşai faaliyette bulunan veya yaptıranlar hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis, beş bin güne kadar adli para cezası uygulanır.

Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis, beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak bünyesinde Koruma Uygulama Denetleme Bürosu kurulmuş bulunan idarelerden izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat tadilat, fiziki inşai müdahale yapan ve yaptıranlar hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası uygulanır.

Kanunda getirilen düzenlemede yer alan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar verme suçuyla ilgili cezai yaptırım caydırıcılıktan uzaktır. Kanunda öngörülen düzenlemede yer alan alt sınır iyi hal, mahkemedeki tutum ve davranış ve benzeri gerekçelerle bir yılın da altına çekilebilmekte, para cezasına çevrilerek ertelenmektedir. Bu haliyle cezai yaptırım etkinlikten uzaktır. Suçun karşılığı olan ceza miktarı arttırılmasa dahi, verilen cezalarda indirime gidilmesi, para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesinin önüne geçilmesiyle de cezanın etkinliği artacaktır.

 

SONUÇ

Kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu yönündeki düzenleme kültür ve tabiat varlıklarının korunması noktasında sorunlara yol açacak niteliktedir. Özellikle taşınır kültür ve tabiat varlıklarının uluslar arası korunması çalışmalarında zorluklara neden olacaktır. Taşınır kültür ve tabiat varlıklarının özel mülkiyete konu olabilecekleri şeklinde yorumlanabilecek kanuni düzenleme, yurt dışına çıkarılmış bu varlıkların geri alınabilmesini zorlaştırıcı etkiye sahiptir. Kültür ve tabiat varlıklarının taşınır ve taşınmaz olarak iki ayrı hukuki statüye tabi tutularak, korunma ve kullanma açısından var olan farklılıklar dikkate alınarak hukuki durumlarının yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu haliyle ulusal çıkarlarla bağdaşmaz durumdaki yasa hükmünün, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının devlet malı niteliğine sahip olduğu, taşınır kültür ve tabiat varlıklarının ise kullanım amacı dikkate alınarak devlet malı olduğu/kamusal mallardan hizmet malı olduğu şeklinde yeniden düzenlenmesi gerekir. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun genel düzenlemesi içerisinde var olan taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ayrımına paralel olarak, taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının hukuki niteliklerinin de farklı düzenlenmesi genel sistematiğe daha uygun düşecektir.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak Kanunda yer alan düzenlemelerde özellikle taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik idari emir ve talimatlara aykırı davrananlar hakkında uygulanacak idari ve adli yaptırımlar konusunda ciddi bir etkinlik sorunu söz konusudur. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren kişilerin bu davranışlarının karşılığında etkin bir yaptırımla karşılaşmaması bir yana, çoğunlukla kasıtlı davranarak tarih ve doğa varlığına zarar veren bu kişilerin hukuka aykırı bir davranışla oluşturdukları fiili durumdan ekonomik yarar elde etmeye devam etmeleri ciddi bir çelişki oluşturmaktadır. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ulusal ve uluslar arası önemi konusunda duraksama yoktur. Bir milletin ortak geçmişinin ürünü ve tanığı olan ve bütün insanlığın ortak mirası kabul edilen taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren ve bu varlıklar için tehlike arz ettiği sabit olan kişilerin hiçbir şey olmamış gibi zarar verdiği kültür ve tabiat varlığından yararlanmaya ve ekonomik gelir sağlamaya devam etmesi hukuka aykırı müdahaleleri teşvik etmektedir.

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının sağlanması için, öncelikle caydırıcı etkiye sahip idari ve adli yaptırımların ve tedbirlerin uygulamaya konulması gerekir. Bu bağlamda öncelikle taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar veren kişilerin bu varlıklardan ekonomik yarar sağlamalarının önüne geçilecek düzenlemelerin yapılması gerekir. Taşınmaz kültür ve tabiat varlığına zarar verilmesi durumunda, idare tarafından geçici tedbir olarak, hukuka aykırı uygulamaların düzeltilmesi sağlanana kadar kullanımın durdurulması seçeneğinin varlığı, yargı kararıyla bu varlıklara zarar veren kişilerin kullanımlarının sonlandırılmasına yönelik olarak tapunun iptali ve idare adına bedeli karşılığı tesciline karar verilmesi imkânının getirilmesi etkin bir koruma sağlayacaktır. Bunlara ek olarak, adli yargı tarafından verilecek hapis cezalarının para cezasına çevrilmesinin ve ertelenmesinin yasal düzenlemeye önüne geçilmesi durumunda da taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına karşı işlenen suçlara verilecek cezaların caydırıcı etkiye sahip olması mümkün olacaktır.

 

 


*Doç. Dr. Kocaeli Ü. Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi-İstanbul IV Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Üyesi

[1] Bu konuda çeşitli sözleşme metinleri ve düzenleme karşımıza çıkmaktadır. Bir kaçından bahsetmek gerekirse; 1-Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme (16.11.1972), Türkiye Sözleşmeye 14.4.1982 Tarih ve 2658 Sayılı Katılmanın Uygun Bulunması Kanunuyla dahil olmuş olup, 20.4.1982 tarih ve 17670 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. 2-Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi (3.10.1985), Türkiye Sözleşmeyi 3534 Sayı ve 13.4.1989 tarihli Kanunla uygun bulmuştur(RG S. 20145, Tarih 20.4.1989). 3-Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (16.01.1992), Türkiye 5.8.1999 tarih ve 4434 Sayılı Kanunla sözleşmeye katılmıştır (RG; 23780, Tarih:08.08.1999).

Sözleşme niteliğinde olmamakla birlikte kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında öne çıkan bir başka metin ise 1964 Venedik Tüzüğüdür. Anıtlar ve sit alanlarının korunması ve restorasyonu konusunda ilkeleri belirleyen temel kararların, Gayrı Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 24.09.1963 Tarihinde almış olduğu 3674 Sayılı kararla, anıtlar ve sitlerle iglili yapılacak işlerde uygulamasına karar verilmiştir.

[2] 21.07.1983 tarihli Kanun. 23.07.1983 tarih ve 18113 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[3] Bakınız: Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik, Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınması Hakkında Yönetmelik

[4] ÖZEL, Sibel. Kültür Varlıkları üzerinde Geniş Kapsamlı Kanunlarla Tesis Edilen Devlet Mülkiyeti ve Türk Hukukundaki Durum, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Prof. Dr. Orhan Münir Çağıl’a Armağan Sayılı, C.LV, Sayı:4, Yıl:1997, s.65

[5] 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun yaklaşımı kültür ve tabiat varlıklarını öncelikle taşınır ve taşınmaz olma durumlarına göre ikiye ayırma yönündedir. Kanunda yer alan düzenlemeye göre; taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları farklı korunma düzenine tabidir. Korunma önlemleri, korumada görevli ve yetkili idari birimler, yasaya aykırılık oluşturan fiiller ve yaptırımlar taşınır ve taşınmaz olma niteliğine göre düzenlenmiştir.

[6] ÖZEL, Sibel. Uluslar arası Alanda Kültür Varlıklarının Korunması. Alkım Yayınları, 1998, s.51

[7] 04.11.1983 tarih ve 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununda kamulaştırma ve irtifak hakkı kurulması yöntemi düzenlenmiştir. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda kamulaştırmanın yanında kamunun elinde bulunan arazilerle takas imkanı getirilmiştir.

[8] KANADOĞLU, Sabih. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku, Genişletilmiş ve Güncellenmiş 3.Baskı Seçkin Yayınları, Ankara 2007, s.89

[9] Mal kavramı kendi içerisinde kamunun malı ve özel kişilerinin malları olarak önce ikiye ayrılmaktadır. Kamunun sahip olduğu mallar ise kamunun özel malları ve kamusal mallar olarak ikiye ayrılmakta ve kamusal mallar da kendi arasında orta malları, hizmet malları ve sahipsiz mallar olarak üç başlık altında toplanmaktadırlar. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız, GÜLAN, Aydın, Kamu Malları, in İl Han ÖZAY, Gün Işığında Yönetim, Alfa Yayınları, İstanbul 2002, s.583-643

[10] ÖZEL, a.g.m., s.71

[11] Kanun 23.maddesinde taşınır kültür ve tabiat varlıklarını;

“Jeolojik, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait, jeoloji, antropoloji, prehistorya, arkeoloji ve sanat tarihi açılarından belge değeri taşıyan ve ait oldukları dönemin sosyal, kültürel, teknik ve ilmi özellikleri ile seviyesini yansıtan her türlü kültür ve tabiat varlıkları;

Her çeşit hayvan ve bitki fosilleri, insan iskeletleri, çakmak taşları (sleks), volkan camları (obsidyen), kemik veya madeni her türlü aletler, çini, seramik, benzeri kab ve kacaklar, heykeller, figürinler, tabletler, kesici, koruyucu ve vurucu silahlar, putlar (ikon), cam eşyalar, süs eşyaları (hülliyat), yüzük taşları, küpeler, iğneler, askılar, mühürler, bilezik ve benzerleri, maskeler, taçlar (diadem), deri, bez, papirus, parşümen veya maden üzerine yazılı veya tasvirli belgeler, tartı araçları, sikkeler, damgalı veya yazılı levhalar, yazma veya tezhipli kitaplar, minyatürler, sanat değerine haiz gravür, yağlıboya veya suluboya tablolar, muhallefat (religue’ler), niºanlar, madalyalar, çini, toprak, cam, ağaç, kumaº ve benzeri taºınır eºyalar ve bunların parçaları,

Halkın sosyal heyetini yansıtan, insan yapısı araç ve gereçler dahil, bilim, din ve mihaniki sanatlarla ilgili etnografik nitelikteki kültür varlıkları.

Osmanlı Padiºahlarından Abdülmecit, Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, V.Mehmet Reºat ve Vahidettin ve aynı çağdaki sikkeler, bu Kanuna göre tescile tabi olmaksızın yurt içinde alınıp satılabilirler.

Bu madde kararına girmeyen sikkeler bu Kanunun genel hükümlerine tabidir.

Milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluºuna ait tarihi değer taşıyan belge ve eşyalar, Mustafa Kemal ATATÜRK’e ait zati eşya, evrak, kitap, yazı ve benzeri taşınırlar” olarak tanımlamıştır. Maddenin devamı maddelerde taşınır kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik olarak gözetim, denetim, müzelere alma, koleksiyonculuk ve benzeri konular düzenlenmiş bulunmaktadır.

[12] UMAR,Bilge/ ÇİLİNGİROĞLU, Altan. Eski Eserler Hukuku, Ankara 1990, s.78-80

[13] UMAR/ ÇİLİNGİROĞLU. a.g.e., s.81-85

[14] Özel, a.g.e. s.79